• 13.02.2021
  • 636866 defa okundu

İnsanlığın gelişiminin bir unsuru olarak görülse de teknoloji, insan elinin değdiği her yerde olduğu gibi kategorik olarak iyi veyahut kötü olarak tanımlanabilecek bir olgu değildir.

 

Kaynak: Comparitech

Kapalı devre güvenlik kameralarının ve yüz tanıma sistemlerinin, küresel bazda kullanılan ve kamu otoritelerinin güvenliği sağlama misyonuna güç veren unsurlar olduğu söylenebilir. Bu hususta güvenliğin sağlanması misyonunu, doğrudan doğruya bireyler üzerinde kurulmak istenen yeni bir güç alanı olarak tanımlamamak gerekir. Ancak Tablo 1, rastlantı olamayacak bir gerçekliği tüm çıplaklığı ile gözler önüne seriyor. Tablo 1’de belirtildiği üzere, en çok gözlenen 15 şehrin 14’ü Çin’de yer almaktadır.

Uzmanlara göre, büyük veri ve yapay zeka teknolojilerindeki gelişim, Çin’in kapalı devre güvenlik kameralarındaki gelişimi desteklemektedir. Bunun bir sonucu olarak Çinli konvansiyonel kamera üreticileri, aynı zamanda yapay zeka alanındaki büyük oyunculardan biri haline gelmiştir. 2016-2017 yılları arasında Sincan polisiyle 1,9 milyar yuan değerindeki kamu-özel sektör ortaklığı sözleşmeleri imzalayan ve bu sözleşmeler kapsamında yüz tanıma ve gözetim sisteminin camiler için de kullanılmasına “imkan” tanıyan Hikvision, bu şirketlerden biridir.

Kaynak: Mary Wolff, “The Camera in the Classroom: Lessons From China’s AI Obsession”, https://www.kairos.com/blog/the-camera-in-the-classroom-lessons-from-china-s-ai-obsession

Kovid-19 salgınının sunduğu toplum sağlığı argümanının bir uzantısı olarak Çin’de evlerin önüne ve hatta bazı durumlarda evlerin içine bile kapalı devre güvenlik kameraları yerleştirildi. Resmi makamlarca “ev karantinasındaki kimselerin 24 saat gözlenebilmesi” gibi ifadelerle savunulmaya çalışılan bu kameraların bazılarının yapay zeka ile desteklendiği ifade edilmiştir. Dahası yapay zeka destekli güvenlik kameralarının maske takan kimselerin yüzünü dahi tanıyabileceği belirtiliyor.

Comparitech’in verileri neticesinde değerlendirildiğinde 1.000 kişi başına düşen kapalı devre güvenlik kamerası sayısı bakımından kırk dördüncü şehir olan Guiyang’da bir BBC muhabiri ile gerçekleştirilen testin sonuçlarına göre, kapalı devre güvenlik kameralarının ve yüz tanıma sistemi vasıtasıyla Çinli polislerin BBC muhabirine ulaşmaları yalnızca 7 dakika sürdü. BBC’ye değerlendirmelerde bulunan Çinli bir polis memuruna göre, büyük veri tabanından sıradan insanların verileri yalnızca “yardıma ihtiyaç duymaları halinde” çekilmektedir. Kısaca, sıradan insanlar için endişe duymayı gerektirecek bir durumun bulunmadığı ifade ediliyor.

Bu noktada şu soruyu sormamız gerekir: Yapay zeka destekli kameralarla yüz tanıma, yaş, cinsiyet ve etnik köken tahmin etme gibi kabiliyetlere erişen bir ülkede sıradan olmamanın bedeli nedir?

Çinli kaynaklara göre Uygur Türklerinin “sıradanlaştırılması” arzusunu taşıyan toplama kampları, insanların dini “aşırılıklarından” uzaklaşmaları ve topluma yeniden girişleri için gerekli mesleki becerileri sağlamak maksadıyla kurulmuştur.

Çinlilerin domuz etine olan yoğun talebi göz önüne alındığında bir Uygur Türkünün domuz eti tüketmemesi hiç de “sıradan” bir davranış olmasa gerek ki kamplarda insanlara zorla domuz eti yedirildiği iddia edilmektedir.

Kültürel ve dini değerleriyle Çin tarafından bir tehdit olarak algılanan Uygur Türkleri, Çin’in gözetim sisteminin birincil hedeflerinden biridir. Eylül 2020’de Brookings tarafından yayınlanan bir raporda 1.400’den fazla Çinli şirketin Sincan’daki gözetim sürecine yüz, ses ve yürüyüş tanıma yetenekleri ve ek izleme araçları sunduğunu belirtilmiştir.

Çin’in Uygur Türklerine yönelik gözetim süreci, devletin her an “ensenizde” olmasından öte anlamlar içeriyor.  Bu hususta kamuoyu pek çok acı tecrübeye şahitlik etmek durumunda kaldı.

2019 yılında kamuoyuna yansıyan bilgilere göre, yurtdışında eğitim aldıktan sonra vatanına dönen 20’li yaşlarındaki bir Uygur Türkü olan Alim, Çin’e varır varmaz polisler tarafından uçaktan indirildi. “Sağlık kontrolü” adı altında DNA, kan grubu, parmak izi, ses kaydı ve yüz taraması gibi verilerini polise teslim etmek durumunda kaldı. Diğer nice sıradan Uygur Türkü gibi bir kampa yollandı. Kampta geçirdiği iki haftanın sonrasında serbest bırakılan Alim, bu olaydan birkaç hafta sonra gittiği bir AVM’nin girişindeki yüz tanıma sisteminin kendisini tanımasının ardından gözaltına alındı. Zira Alim, Sincan’daki kontrol noktalarını izlemek için yapay zeka kullanan bölgesel veri sistemi olan IJOP tarafından kara listeye alınmıştı. Bu sisteme göre o artık potansiyel bir “teröristti”. Memurlar gözaltına alınmak istemiyorsa evinde kalması gerektiğini belirtti.

Huawei 2020 yılında yayınladığı bir rapor ile iş dünyasının, toplumlar arasındaki güveni, karşılıklı saygıyı ve anlayışı güçlendirmeye yardım etmesi gerektiğini belirtse de şirketin söylem ve eylemleri arasında önemli bir farklılık söz konusu. Kamuoyuna yansıyan belgelere göre, Huawei, yayalar arasındaki Uygur Türklerini tespit eden bir sistemin patenti için başvuruda bulundu.

Benzer biçimde Alibaba’nın yüz tanıma sisteminde de Uygur Türklerini tanımlayan kod bulunduğu iddia edildi. Dolayısıyla yapay zeka yoluyla etnik kimliğin tespitine yönelik “çözümler” yerel bazda faaliyet gösteren şirketlerin ötesinde Çinli küresel şirketler tarafından da sağlanmaktadır.  

ABD’nin tavrı ve bir sonuç

Donald Trump yönetiminin Çin’i ulusal güvenliğe ilişkin temel bir tehdit olarak değerlendirmesi; Çin’in Uygur Türkleri üzerinde uyguladığı insan hakları ihlallerini, Çinli şirketlere yönelik kısıtlamalara bir gerekçe teşkil etmesine sebep olmuştur. Kısıtlamalar öncesinde ABD’li şirketlerin tutumu ise insan haklarından öte, ekonomik çıkarlara dayanmaktadır. 

Kasım 2019’da kamuoyuna yansıyan bilgilere göre HP, Seagate, Western Digital ve Intel gibi ABD’li teknoloji şirketleri Çin’in gözetim sistemine milyarlarca dolarlık donanım ve yazılım satışı yaptı. Kasım 2020’de yansıyan bilgilere göre ise Intel ve Nvidia’nın çipleri Uygur Türklerinin izlenmesinde merkezî bir öneme sahip olan Sincan’daki bulut bilişim kompleksinde kullanıldı.

ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Mike Pompeo görevini teslim etmesine birkaç gün kala, “Çin yönetiminin, Müslüman Uygur halkı başta olmak üzere Sincan’daki diğer etnik ve dini azınlıklara yönelik insanlığa karşı soykırım işlediği sonucuna vardım.” ifadesini kullandı ve 1 milyondan fazla sivilin keyfî olarak tutuklandığını vurguladı.

Pompeo’nun ifadelerinin ardından ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken (değerlendirmeyi yaptığında henüz bakan adayıydı) Çin’in Uygur Türklerine soykırım uyguladığı görüşünde olduğunu belirtse de ilerleyen süreçte kısıtlamaların ne yönde şekilleneceği belirsizliğini koruyor.

Joe Biden yönetiminin; Çin’in bir türlü durdurulamayan yükselişinin neden olduğu tehditler ile Çin gibi büyük bir pazarın göz ardı etmenin neden olduğu kayıplar arasında nasıl bir denge kuracağı ilerleyen günlerde Uygur Türklerinin uluslararası kamuoyundan alacağı desteğin yoğunluğunu belirleyecektir.

Bugün Uygur Türkleri neredeyse tekno-kobay haline getiriliyor, insanlık yararına olması gereken bir gelişme insanlığın unutulmayacak günahına çevriliyor.

Çin’in bir bilim kurgu filmini andıran baskı uygulamaları, film senaryolarının gerçekliğimizin çok da uzağında olmadığını gösteriyor. Ancak bu acı gerçeğin teknolojiyi bir “canavar” olarak görmemize gerekçe teşkil etmesine izin veremeyiz. Teknolojiyi bir canavar olarak görmek yalnızca geriden gelen konumumuzu daha da belirginleştirir.

Haklı olmak maalesef ki yetmiyor, güçlü de olmak lazım. Bir gün tekno-kobaylara dönüşmemek için yabancı teknolojinin takipçisi değil üreticisi olmak lazım. 
Alper Özbilen

  • Kaynak: https://www.savunmatr.com/yapay-zeka-zulum-gercek-tekno-kobaya-donusturulen-uygur-turkleri-makale,36.html
  • Etiketler: Doğu Türkistan’Çin,Uygur,ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken,Donald Trump