Bazı insanlar vardır, onları anlatmaya kelimeler yetmez..

Çünkü hayatları başlı başına bir dava olur, yürüdükleri yol yalnızca kendilerinin değil, bir milletin kaderi olur..

İşte Mehmet Cantürk (Mehmet Karı Hacım) tam da böyle bir insandı.

O, sadece bir Dava Adamı değil, bir sancaktardı.

O, sadece bir ömür sürmedi, bir mücadelenin içinde yoğruldu gitti.

Bugün, onu vefatının 10. yılında anarken sadece bir anma yazısı yazmak istemiyorum.

Çünkü o, anılmayı değil, anlatılmayı hak eden bir dava adamı..

Biliyor musunuz, Mehmet Cantürk’ü anlamak demek, Doğu Türkistan davasını anlamak demektir.

Çünkü onun nefesi, sesi, mücadelesi hep Doğu Türkistan içindi.

O, Türkistan topraklarında bir hilâl gibi doğmuş, gök kubbede yankılanan bir ezan gibi yaşamıştı.

Gözlerinde esareti gördü, yüreğinde sürgünü hissetti, ama hiçbir zaman boyun eğmedi.

O, doğduğu toprakların çilesini sırtladı ve bu yükü taşıyabildiği kadar taşıdı.

Şimdi size soruyorum;

Bir insan kaç kez sürgün edilebilir?

Kaç kez vatansız bırakılabilir?

Kaç kez yok sayılabilir?

Mehmet Cantürkişte bu soruların cevabıydı.

Doğu Türkistan’ın suskun çığlıklarını duyurabilmek için yıllarca mücadele verdi.

Çin zulmünü anlattı, mazlum kardeşlerimizin sesini duyurmak için gecesini gündüzüne kattı.

Ama hiçbir zaman “Yoruldum” demedi.

“Yenildik” demedi.

“Bittik” demedi.

“Bu dava benim değil, milletimin davasıdır” derdi hep.

“Bu dava bir avuç insanın değil, bütün Türk – İslam âleminin meselesidir” derdi.

Ve öyle de oldu…

O, yalnızca Uygur Türkleri için değil, esasen bütün mazlumlar için ses oldu, bayrak oldu, ışık oldu.

Onun mücadelesi, Mehmet Emin Buğra’nın, İsa Yusuf Alptekin’in, Mesut Sabri Baykuzu’nun bıraktığı yerden devam etti.

Onlar, Doğu Türkistan’ı sadece bir toprak parçası olarak görmedi..

Orayı, ümmetin yetim kalmış çocuğu, sahipsiz bırakılmış vatanı olarak gördüler.

Çünkü onlar biliyorlardı ki, Doğu Türkistan Davası düşerse, İslam’ın Türklüğün Anavatanındaki son kalelerinden biri daha yıkılmış olacak.

Bugün bizler rahat koltuklarımızda otururken, orada kardeşlerimiz yalnızca Müslüman Türk oldukları için zindanlarda çürütülüyor.

Kadınlarımız, çocuklarımız, yaşlılarımız akıl almaz işkencelere maruz kalıyor.

Ve biz, hâlâ “Ne yapabiliriz?” diye soruyoruz.

Oysa Mehmet Cantürk‘ün bize bıraktığı en büyük miras tam da bu sorunun cevabıdır.

“Susarsan, zulme ortak olursun.”

O yüzden susmayacağız.

O yüzden unutturmayacağız.

Doğu Türkistan‘ı, Mehmet Cantürk‘ü, onun davasını anlatmaya devam edeceğiz.

Çünkü bu dava, unutulursa kaybederiz.

Bu dava, anlatılmazsa biter.

Bu dava, sahip çıkılmazsa sahipsiz kalır.

Ve ben inanıyorum ki, bir gün Doğu Türkistan özgürlüğüne kavuştuğunda, gökbayrağımız yeniden dalgalandığında, biz o günü göremesek de, ruhlarımız rahat edecek..

Çünkü biliyoruz ki, hiçbir mücadele zayi olmaz.

Hiçbir çile boşa çekilmez.

Hiçbir dua cevapsız kalmaz.

Yaşarken mücadelesini verdiler, vefat ettiklerinde bize bir emanet bıraktılar.

Şimdi o emaneti taşımak bizim boynumuzun borcudur.

Habibullah Efendigil
https://www.durusthaber.com/yazarlar/habibullah-efendigil/mehmet-canturk-bir-adam-bir-dava-bir-mucadele/285/