Den Haag’a varıp oteli aramaya koyulduğumda doğrusu Rabia Kadir’i görebileceğimden emin değildim. Otele girerken görevlilere ne diyeceğimi düşünüyordum, lakin içeri adım atar atmaz Rabia Kadir’in Uygur gençleri ile beraber otelin girişindeki bölümde oturmakta olduğunu gördüm. Herhalde hayatımda en heyecanlandığım anlardan biriydi ve bir süre orada öylece Rabia Kadir’in oturduğu tarafa bakakaldım. Yanına yaklaşmaya çekinirken, bir taraftan da Çin tarafından birkaç kez suikast düzenlenmiş bu kadının nasıl hiçbir koruma olmadan sıradan biriymiş gibi orada bulunduğunu hayretle izliyordum. Sonunda bir vesileyle ayağa kalktığında benim çekingen tavrımı anladı ve kendisi bana doğru yaklaştı. O sıralar diğer Türk dillerini öğrenmeye yeni başlamıştım ve yarım yamalak Özbekçe’mle Kazakça’mı karıştırarak kendimi tanıtmaya çalıştım. Türkiye’den olduğumu ve kendisini görmeye geldiğimi duyunca tarifsiz bir samimiyetle beni defalarca kucakladı. Beni alıp Uygur gençlerinin arasına oturttu ve onlara beni tanıttı. Ben, biraz çekingenlikten biraz düzgün konuşamamaktan sessizce onları izledim ve konuşulanları anlamaya çalıştım. Rabia Kadir uluslararası bir film festivalinin davetlisi olarak Hollanda’ya gelmişti, ama aslında onun esas amacı yapacağı konuşmalarla Doğu Türkistan davasını anlatmanın yanında Hollanda’ya mülteci olarak sığınmış olan Uygur gençlerinin sorunları ile ilgilenmekti. Uygur gençlerinin kendisine “Anacan” diye diye sarılması, sohbetin sıcaklığı karşısında gerçekten gözlerim dolmuştu. Ben kendisini uzaktan da olsa görebilir miyim diye düşünürken, o bir film gösterisi için ayrılması gerektiğini mahcup bir tavırla hayatında ilk kez gördüğü sıradan bir Türk gencinden neredeyse özür diler bir tavırla ifade etmişti. Hayretler içinde kendisiyle vedalaşırken orada bulunan Uygur gençleriyle sohbet etmeye başladım. Ayrılırken bana armağan ettiği Uygur döbbesini birkaç gün başımdan hiç çıkarmamıştım.
Doğu Türkistan meselesi çok uzun yıllar boyunca uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmemiştir. 1990 sonrasına kadar Doğu Türkistanlılar’ın seslerini duyurabildikleri tek ülke Türkiye olmuştur.[1] Türkiye’nin Doğu Türkistan’dan kabul ettiği Uygur ve Kazak göçmen sayısı fazla olmasa da, 1995’e kadar Uygur diasporasının liderliğini yürüten rahmetli İsa Yusuf Alptekin karizmatik kişiliğiyle Doğu Türkistan davasını sırtlamıştır. Alptekin sadece Demirel ve Türkeş gibi sağ milliyetçi politikacılar üzerinde değil, aynı zamanda Ecevit gibi sol siyasetçiler üzerinde de etkili bir figürdü. Ölümünün ardından oğlu Erkin Alptekin Uygur diasporasının liderliğini üstlendi ve 2004’te Münih’te Dünya Uygur Kongresi’ni kurdu. 1998’de Türkiye’nin gizli bir kararla Uygur aktivistlerini sınır dışı etmesi üzerine, Almanya Uygur diasporası için bir merkez haline geldi. Dünya Uygur Kongresi’nin kurulması üzerine birçok Uygur kuruluşu bu çatı organizasyon altında birleşti. 2003 yılındaki bir çalışma diaspora Uygurlarının sayısını 500.000 olarak vermektedir ve bu gruplar A.B.D., Kanada, Almanya, Hollanda, Japonya, Türkiye, Kazakistan ve Kırgızistan’da aktif durumdadırlar. [2]
Erkin Alptekin 2006’da koltuğunu Rabia Kadir’e bıraktı. “Uygurlar’ın Anası” Rabia Kadir, dünya kamuoyunun gündemine ilk kez 1999’da Çin hükümeti tarafından hapse atıldığında gelmişti. 2009 Temmuzundaki kanlı olaylar sırasında dünyadaki birçok önemli televizyon kanalında görüldü ve şöhreti arttı. Dünyanın dikkatini çok az bilinen bir bölgeye çekmeye çalışan çok güçlü bir kadın görünümündeydi. Aslında gazetecilerden, siyasetçilerden ve insan hakları aktivistlerinden oluşan küçük bir grup Rabi Kadir’in yaptıklarıyla bir süreden beri yakından ilgiliydi. Henüz hapisteyken 2004 yılında Norveç’in Rafto Vakfı’nın insan hakları ödülüne layık görülmüştü. Daha sonra Nobel Barış Ödülü’ne de aday gösterilecekti. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde Çin hükümeti ise Rabia Kadir’i teröristlerle ve İslamcı radikallerle işbirliği yapan iflah olmaz bir ayrılıkçı olarak tanımlıyordu.
2009’da gazeteci Alexandra Cavelius’un yardımıyla Rabia Kadir’in otobiyografisi basıldı.[3] Kitap aynı yıl Pegasus Yayınları tarafından Türkçe’ye çevrildi. Ancak Ankara’da bakmadık kitapçı bırakmamama rağmen yalnızca tek bir yerde bulabilmiştim kitabı. Üstelik çeviri o kadar kötüydü ki, İngilizcesi ile karşılaştırıldığında bazı cümlelerin anlamı tamamen değişiyordu. Sonuç olarak kitabın acil olarak tekrardan Türkçe’ye çevrilmesi ve bütün kitapçılarda bulunması için yeterli sayıda basılması gerekmektedir.
Rabia, 1946’da (son Çin işgalinden 3 yıl önce) Doğu Türkistan’ın Altay bölgesinde doğar. Orta halli bir tüccar olan babası Rabia’nın tarihi ve siyasi şuurunun oluşmasında etkili olan ilk kişidir. Ancak çocukluğun mutlu günleri çabuk biter ve Çin askerleri bölgede görünmeye, Çin politikaları uygulanmaya başlar. 1961’de hükümetin bir zorunlu göç kararı üzerine aile parçalanır. Rabia, annesi ve kardeşleriyle Aksu’ya giderken, babası Altay’da kalır. Komünist rejim bütün mal varlıklarına el koyduğu için yoksulluk başlar. Ailesini bu durumdan kurtarmak için 15 yaşındayken, hiçbir zaman sevmediği Abdirim adlı bir banka memuru ile evlenmeyi kabul eder. Çin Kültürel Devrimi devam ederken Rabia kocasına itaatle görevlidir. Evliliğinin birinci yılında, bu evlilikten olacak altı çocuğundan ilki Kahar doğar.
Rabia’nın hayatı göreli olarak maddi açıdan rahattır. Bir gün rüşvet yoluyla bir Uygur aydınını idamdan kurtarır ve bu onun için bir dönüm noktası olur. Parayla bir şeyleri değiştirebileceğini anlamıştır. El yapımı ufak şeyler, örgü işleri yapmaya ve satmaya başlar. Bu yetkililerce fark edildiğinde ise haydutlar gibi sokaklarda yürütülerek hakarete uğrar. Sonunda Abdirim ondan boşanır ve altı çocuğuyla yapayalnız kalır. Geleneksel bir toplumda bir kadının tek başına ayakta durması başlı başına büyük bir sorundur.
Bu arada Mao 1976’da ölür ve Kültür Devrimi sona erer. Bir derece serbest iş yapma imkânı doğar. Rabia, berbat şartlar altında başkalarının kıyafetlerini yıkamaya başlar. Gece gündüz çalışır ve zamanla hatırı sayılır bir para biriktirir ve bunu ticarete yatırır. Şansın da yardımıyla Rabia çok başarılı bir tüccar olur, ancak kazandıklarına hükümet tarafından defalarca el konur. Bu arada tekrar evlenmesi için baskılar devam etmektedir. Çin’in içine yaptığı seyahatlerinde Doğu Türkistan’ın durumu hakkındaki fikirleri netleşir. Bunun üzerine evlenmek için bu davada mücadele edebilecek bir aday aramaya başlar. Sonunda “ayrılıkçılık” suçundan yıllarca hapis yatmış Sıdık ile evlenir.
1980’ler ve 1990’larda Rabia Kadir, Çin’in ekonomik liberalleşmesi döneminde kendi efsanesini yaratır. Çin’in en zengin 10 kişisinden biri olur ve birçok sosyal proje ile Doğu Türkistan halkına yardım eder. Bu efsaneyi yaratırken üç çocuğu daha olur ve ikisini de evlat edinir. Yani artık tam on bir çocuğun anasıdır. Rabia her zaman kendine güvenmiştir ve çocukluğundan itibaren başkaları için yaşamayı kafasına koymuştur. Bir üniversiteye giremese de, her zaman halkının geleceği için kafa yormuştur. Bir taraftan da, dul olduğu için kendisine ahlaksız gözüyle bakan geleneksel Uygur toplumuna karşı mücadele vermiştir. Her zaman kadınları destekler, bunun en iyi örneği “100 Aile Annesi Projesi” ile Uygur kadınlarının kendi işlerini kurmalarını sağlamasıdır.
Pekin hükümeti bölgede Uygur olmayan Türk halklarını destekleyerek bir böl ve yönet politikası uygulamakta ve Uygur kimliğinin bölgede güçlenmesini önlemeye çalışmaktadır. [4] Özellikle, Kazaklar ve Uygurlar birbirlerine karşı provoke edilmekte bu da bu iki halk arasında bazı sorunlara ve önyargılara neden olmakta ve bölgede birliği engellemektedir. Ancak Rabia Kadir, asla dar anlamıyla Uygur milliyetçiliği yapmamakta ve her zaman diğer Türk halklarına da sempatiyle yaklaşmaktadır. Aslında Rabia’nın çok sevdiği bir Kazak üvey abisi vardı. Altay bölgesinde büyüdüğü için Kazaklar’la içli dışlıydı. Rabia’ya göre Doğu Türkistan Uygur, Kazak, Moğol ve diğerlerinin ortak yurduydu ancak Çinliler işgalciydiler, zira Rabia hayatında ilk Çinli’yi işgalden sonra görmüştü.[5] “Milletimiz için canını verenlerin şerefine, annem ve babam vatanımız için yalnızca “Doğu Türkistan” adını kullanırdı. Bu, o cesur kahramanların uğruna savaştığı ve kısa bir süreliğine bizim için kazandıkları, kendi temsil hakkımızı sembolize eden addı. Ülkemizin adının Çinlilerin verdiği isimler “Sincan Uygur Özerk Bölgesi” olduğunu ancak çok sonraları duymaya başlamıştık.” diye yazıyor otobiyografisinde. Ancak Rabia Kadir hiçbir zaman sıradan Çinliler’i suçlamamıştır. Vatanlarındaki zulümden sorumlu olanın Çin halkı değil, Çin devleti olduğunu hep vurgulamıştır.
Rabia, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından fırsatı değerlendirerek yeni Türk devletlerinde ticaret yapmaya başlar. Bu arada bu yeni devletler Doğu Türkistan’da da bağımsızlık umutları doğurunca, Çin’deki görece hoşgörü ortamı sona erer. 1990’lar Barın ve Gulca gibi katliamlara sahne olur. Gulca katliamının ardından mecliste, koca Çin devletinin önünde “Çin topraklarımızı işgal ettiyse bu bizim suçumuz mu? Bu kadar korkunç şartlarda yaşamak bizim suçumuz mu?” diye haykırır. Derhal bir bahaneyle tutuklanır ve hapishane yılları başlar. Bu yılların sayesinde ilk kez bir Uygur, uluslararası toplumun dikkatini çeker. Serbest kaldıktan sonra zaten A.B.D.’de olan kocası ile beraber bu ülkede yaşamaya başlar.
Ancak Çin hükümeti baskılara dayanamayarak onu serbest bırakmasından büyük bir pişmanlık duymaktadır. Dalai Lama örneği Uygur diaspora aktivistlerini harekete geçirir. Dünya kamuoyunda zaten tanınan biri olması, uzun yıllar Çin hapishanelerinde işkence çekmesi, Çin’in en zengin kadınıyken bütün servetine el konulması, çocuklarının Çin’de mahkûm tutulması gibi sebeplerle Rabia Kadir’i dünyada ikinci Dalai Lama yapmaya karar verirler. Cesareti, azmi ve metanetiyle zaten Kadir’den daha uygun bir aday da yoktur. Uygurlar’ın Anası, dünyanın yeni Dalai Lama’sı olma yolundayken, Çin hükümeti birkaç kere onu öldürmeye çalışır.
Millward ve Dillion, Rabia Kadir’in hapsedilmesi ve serbest bırakılmasının Doğu Türkistan meselesinin uluslararası bir hale gelmesini hızlandırdığını iddia eder.[6] Aslında uluslararasılaşma 1980’lerde başlamıştı. Gulca olaylarından sonra Uluslararası Af Örgütü ilk defa yıllık Çin raporunda Doğu Türkistan’a yer vermişti. Bu süreçte başlıca dört kritik nokta olduğu söylenebilir. Bunlar 1997 Gulca katliamı, Rabia Kadir’in hapsedilmesi ve serbest bırakılması, 11 Eylül, ve son olarak da 2009 Urumçi olayları. 2000’lere gelindiğinde, hem diaspora gruplarının faaliyetleri hem de iletişim teknolojisindeki gelişmeler neticesinde “sınırı olmayan” bir Uygur kimliği ortaya çıkmaya başladı. Bhattacharya, Çin’in liberal reformları, uluslararası insan hakları kampanyaları, Uygur diasporası ve medya ve iletişim teknolojilerinin hep birlikte bu süreci sağladığını ileri sürer. [7] Millward ise, Sovyetler’in dağılması, yeni Orta Asya cumhuriyetlerine seyahatler, yoğunlaşan Han göçü, hızlı ekonomik büyüme ve İslam’ın sınırlı yeniden uyanışını da faktörler arasında sayar. [8]
Kadir, 90’larda zaman zaman Amerikan yetkilileriyle görüşmüştü. Tutuklandığında da bir yetkili ile görüşmeye gidiyordu. Bu nedenle A.B.D onun serbest bırakılması için yoğun çaba sarf etmiştir. Bunun yanında özellikle Uluslararası Af Örgütü Kadir’e destek olmuştur. Ancak ne yazık ki, Kadir’in serbest bırakılmasının dışında uluslararası kamuoyunun Doğu Türkistan’da herhangi dişe dokunur bir etkisi olmamıştır. Uygur derneklerine yapılan çok kısıtlı Amerikan maddi desteği de Obama zamanında iyice düşmüştür. 2009 olaylarında da Amerika’nın ciddi bir tepkisi görülmemiştir. Kişisel bir konuşmamızda önde gelen Uygur akademisyenlerden Erkin Ekrem, Uygurlar’a Amerikan desteğinin elbette Amerikan milli çıkarları ile doğrudan bağlantılı olduğunu ve aslında A.B.D. ile Çin’in muhtemel işbirliği noktalarının çatışma alanlarından daha fazla olduğunu belirtmişti. Yani zaman zaman akıl almaz bir şekilde “Amerikancılık” ile suçlanan Uygur diasporası elbette A.B.D.’nin Uygurlar’a kara kaşları kara gözleri için yardım etmediğinin bilincindedir. Uygurlar’ı Amerikancılık ile suçlamak kadar abes bir iddia olamaz, dünya tarihinin gördüğü en büyük zalimlerden Çin hükümetinin politikaları altında inleyen Uygurlar’ın en ufak bir yardıma bile ihtiyacı vardır ve Türkiye’nin 1990’lara kadar sağladığı kısıtlı imkanları da ortadan kaldırarak Uygur aktivistlerini sınır dışı ettiği düşünülürse en temel insan haklarına bile saygısı olmayan Çin yönetimi karşısında Uygurlar’ın çaresiz olduğu açıktır. Allah’tan ülkemizde bu gibi düşünenler Banu Avar ve avanesi olarak nitelendirilebilecek bir grup kendini aydın zanneden dikta hayranı ve Türk-Çin İş konseyi yöneticileri gibi Çin üzerinden dünyanın parasını kazanan bir grup iş adamı ile sınırlıdır. Ancak ne yazık ki, uluslararası politikada “insan hakları” söylemi Çin sınırında bitmekte; ve söz konusu Çin olunca herkes kendi çıkarının peşine düşmektedir.
Rabia Kadir, bugün bütün dünyada bir insan hakları kahramanı olarak tanınmaktadır. Şiddetin her türlüsüne karşı tavrı, ona olan sempatiyi arttırmakta ve Çin’in Kadir’i terörizmle özdeşleştirmeye çalışan umutsuz çabalarını boşa çıkarmaktadır. Doğu Türkistan davası artık onun şahsiyetinde kişiselleşmiştir. Halkına yardım etmek için çırpınan bir Uygur’dur, ama sadece Doğu Türkistan’da değil bütün Çin’de insan hakları için mücadele etmektedir. Bir göçmen çocuk, fakir bir ev hanımı, bir multimilyoner, Çin Halk Meclisi’nin bir üyesi, siyasi bir mahkûm, vatanından koparılmış bir sürgün, halkının gerçek lideri ve bir insan hakları savaşışı olarak Rabia Kadir tarihte hak ettiği yeri alacaktır. Ancak bu cesur kadının, kitabın adıyla bu “ejderha savaşçısı”nın, Türkiye’ye girişi Başbakan Erdoğan’ın 2009’da verdiği sözlere rağmen halen yasaktır. Rabia Kadir tarihe adını kazırken, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu ayıbı da büyük bir utanç olarak tarihe geçecektir.
Referanslar [1] Shichor 90’ların sonuna kadar Türkiye-Çin ilişkilerini etno-diplomasi olarak tanımlıyor. Aynı çalışmada Mehmet Emin Buğra ve özellikle İsa Yusuf Alptekin’in Türk siyasetçileri üzerindeki etkisine dikkat çekiliyor. Bakınız: Yitzhak Schicor (2009), Ethno Diplomacy: The Uyghur Hitch in Sino-Turkish Relations [2] Bakınız: Yitzhak Shichor (2003), Virtual Transnationalism: Uyghur communities in Europe and the quest for Eastern Turkestan independence” [3] Rebiya Kadeer ; with Alexandra Cavelius ; Introduction by His Holiness The Dalai Lama Inc-USA, 2009, Kales Press. Pp. xix + 426, acknowledgements, epilogue and appendix. [4] Justin Jon Rudelson (1997), Oasis Identities, s. 133 [5]1949’da Doğu Türkistan’daki Çinli nüfus %6 iken, hükümetin Han Çinlilerini bölgeye iskan politikaları sonucu bugün bu oranın yarıyı geçtiği söylenmektedir. Bölgede devam etmekte olan bütün sorunların içinde belki de en önemlisi artarak devam eden bu Han Çinli göçüdür. [6] James Millward (2007), Eurasian Crossroads: A History of Xinjiang, s. 360; Michael Dillion (2004), Xinjiang: China’s Muslim Far Northwest, s. 83 [7] Abanti Bhattacharya (2003), “Conceptualising Uyghur Separatism in Chinese Nationalism”, Strategic Analysis, Jul-Sep, s. 377 [8] James Millward (2007), Eurasian Crossroads, s.322-323
(*)Mehmet Volkan Kaşıkçı
Kütahya doğumludur. Manisa Salihli Sekine Evren Anadolu Lisesi’nden 2005 yılında mezun olduktan sonra girdiği Bilkent Üniversitesi İktisat bölümünden 2009 yılında mezun olmuştur. Yüksek lisansını Hollanda Leiden Üniversitesi’nde Orta Asya Çalışmaları alanında “Identity Politics in Kazakhstan: Past and Present” başlıklı tezi ile 2010’da tamamlamıştır. Yüksek lisans döneminde üç ay süreyle araştırma amacıyla Kazakistan’da bulunmuştur. Aynı yıl başladığı doktora çalışmalarına halen Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünde devam etmektedir. İngilizce ve Kazakça bilmektedir.
Çalışma alanları: Milliyetçilik, Türk düşünce tarihi, Türk dünyasında kültür, kimlik ve düşünce
Eskiden beri Uygurlar işkenceye maruz kaldılar ve yabancıların boyunduruğu altında yaşamaya mahkum edildiler. Her zaman zulüm ve ölümle yüz yüzeydik. Ben, bugün benim savaştığımdan çok daha uzun süre, özgürlüğü ve bağımsızlığı için savaşan bir bölgeden geldim. Ama bugüne kadar dünya Uygurlar hakkında çok az şey biliyordu. Ben, ekonomik, kültürel ve dini özerklikten mahrum bırakılmış, dünyadaki 20 milyon Uygur adına konuşuyorum ve onlar için savaşıyorum. Ben tüm Uygurların anası olmak istiyorum, onların dertlerine deva, gözyaşlarını silen bir mendil ve onları yağmurdan koruyan bir sığınak olmak istiyorum. Benim adım Rabia Kadir.
?Erdemli, akıllı, güzel, güçlü, cesur ve korkusuz. Özellikle korkusuz… Onun bu etkileyici hayatı şimdi Uygur halkının bir efsanesi olmuştur.”
?The New York Times
?Uygurlar için sesini yükseltiyor: Ateşi alıyor içine? Bu kitabın yüreği Çin istismarının acımasız tekrarı ve Çin’in Uygur halkı ile ilgili sorunlu tarihi hakkında Çin’in resmi anlatımına doğrudan bir itirazdır… Kitap Bayan Kadir’in hikayesinin gücünü taşıyor; çocuk mültecilerden fakir ev hanımlarına, zengin işadamlarından ve yüksek memurlardan politik tusaklara ve sürgündekilere kadar.?
?The Economist
?Kesinlikle okunmalı? Kadir Tibet?in Dalai Lama?sı gibi. Etkileyici bir otobiyografi. Çelik kadın Çin’e karşı savaşıyor.”
?The Australian
?Tarihin dönüm noktalarında cesur ve dürüst bir adam veya kadın dünyanın gözü önünde tüm bir halkın temsilcisi olarak yükselir. Uygur halkı için bu Rabia Kadir’dir.?
?ABD Meclis Üyesi, Chris Smith
?Bayan Kadir, tüm dürüstlüğüyle enerjik bir lider olduğu kadar alçakgönüllüdür de. Uygur halkı için yürüttüğü mücadelede her türlü saygıyı hak etmektedir.?
Eskiden beri Uygurlar işkenceye maruz kaldılar ve yabancıların boyunduruğu altında yaşamaya mahkum edildiler. Her zaman zulüm ve ölümle yüz yüzeydik. Ben, bugün benim savaştığımdan çok daha uzun süre, özgürlüğü ve bağımsızlığı için savaşan bir bölgeden geldim. Ama bugüne kadar dünya Uygurlar hakkında çok az şey biliyordu. Ben, ekonomik, kültürel ve dini özerklikten mahrum bırakılmış, dünyadaki 20 milyon Uygur adına konuşuyorum ve onlar için savaşıyorum. Ben tüm Uygurların anası olmak istiyorum, onların dertlerine deva, gözyaşlarını silen bir mendil ve onları yağmurdan koruyan bir sığınak olmak istiyorum. Benim adım Rabia Kadir.
?Erdemli, akıllı, güzel, güçlü, cesur ve korkusuz. Özellikle korkusuz… Onun bu etkileyici hayatı şimdi Uygur halkının bir efsanesi olmuştur.”
?The New York Times
?Uygurlar için sesini yükseltiyor: Ateşi alıyor içine? Bu kitabın yüreği Çin istismarının acımasız tekrarı ve Çin’in Uygur halkı ile ilgili sorunlu tarihi hakkında Çin’in resmi anlatımına doğrudan bir itirazdır… Kitap Bayan Kadir’in hikayesinin gücünü taşıyor; çocuk mültecilerden fakir ev hanımlarına, zengin işadamlarından ve yüksek memurlardan politik tusaklara ve sürgündekilere kadar.?
?The Economist
?Kesinlikle okunmalı? Kadir Tibet?in Dalai Lama?sı gibi. Etkileyici bir otobiyografi. Çelik kadın Çin’e karşı savaşıyor.”
?The Australian
?Tarihin dönüm noktalarında cesur ve dürüst bir adam veya kadın dünyanın gözü önünde tüm bir halkın temsilcisi olarak yükselir. Uygur halkı için bu Rabia Kadir’dir.?
?ABD Meclis Üyesi, Chris Smith
?Bayan Kadir, tüm dürüstlüğüyle enerjik bir lider olduğu kadar alçakgönüllüdür de. Uygur halkı için yürüttüğü mücadelede her türlü saygıyı hak etmektedir.?