• 28.07.2020
  • 4242 defa okundu

Doğu Türkistan’da yaşanan etnik ve dini ayrımcılığın gündemde yer alamayışının sebebinin Çin devletinin devasa ekonomik gücüyle ilgili olduğunu belirten Uluslararası Türkistanlılar Dayanışma Derneği Başkanı Burhan Kavuncu, “Bu kadar büyük ve dramatik bir olayın çok daha yoğun bir şekilde gündemde olması beklenirdi. Ama Çin’in bunu istememesi ve diğer ülkelerin de Çin baskılarına boyun eğmeleri veya bu olayda taraf olmayı çıkarlarına uygun görmemeleriyle ilgili” dedi.

Uluslararası Türkistanlılar Dayanışma Derneği Başkanı Burhan Kavuncu, Doğu Türkistan meselesini doğru bir şekilde tanımlaması gerektiğini belirterek, “70 yıllık Çin işgali altında sürekli olarak asimilasyon uygulamalarına maruz kalan bu bölgede son yıllarda açık bir şekilde “imha” aşamasına gelindi. Resmi rakamlarla 13 milyon, gerçekte ise 35 milyondan fazla “Türkçe konuşan müslüman”, sadece kültürel değil gerçek bir soykırıma tâbi tutulmakta. Hapishane/ toplama kamplarındaki insanların sayısı, isimleri ve meslekleri, “eğitim merkezi” dedikleri kamplarda uygulandığını itiraf ettikleri eğitim, Çin devletinin resmen ilan ettiği “Çinlileştirme projesi” Doğu Türkistan’ın yok edilmekte olduğunun açık kanıtlarıdır. Nitekim içinde bulunduğumuz 2020 yılında, resmî “Sincan Uygur Özerk Bölgesi” isminden Uygur kelimesi çıkartılarak “Sincan Özerk Bölgesi” şeklindeki isim değişikliği de bu imha siyasetinin geldiği noktayı göstermekte.” Dedi.

Doğu Türkistan meselesinin dünya gündeminde hak ettiği yeri bulamamasının, Çin devletinin devasa ekonomik gücüyle ilgili olduğunu belirten Kavuncu, “Bu kadar büyük ve dramatik bir olayın çok daha yoğun bir şekilde gündemde olması beklenirdi. Ama Çin’in bunu istememesi ve diğer ülkelerin de Çin baskılarına boyun eğmeleri veya bu olayda taraf olmayı çıkarlarına uygun görmemeleriyle ilgili diyebiliriz.

Tabii olayın farklı yönleri de var. Batılı büyük devletler, “Doğu Türkistan meselesini” Çin’le askeri ve ekonomik rekabetlerinde bir pazarlık unsuru olarak görüyorlar. ABD, Kongresinde bir kınama veya ambargo kararı almasından bir kaç gün geçmeden yeni bir “süper anlaşma” yaparak Çin’in baskı politikalarına yeşil ışık yakabiliyor. İslam ülkeleri ise zaten zayıf ve edilgen durumda oldukları için bir varlık göstermiyorlar. Mesela Pakistan Hindistan’a karşı Çin’in siyasi ve ekonomik desteğine ihtiyaç duyuyor. ABD uydusu görünümüdeki Suud, BAE gibi ülkelerin sürekli Çin lehine tutum almaları dikkat çekici. ABD karşıtı Rusya, İran, Venezuela gibi ülkeler ise Çin’i doğal müttefik olarak görüyorlar. Hatta bu ülkelerde Doğu Türkistan’la ilgilenmeyi “ABD’nin oyununa gelmek” gibi değerlendiren oldukça geniş bir kesim mevcut. Sadece İsveç, Norveç, Kanada, Yeni Zelanda gibi bazı küçük Batılı ülkeler (somut olarak 22 ülke) evrensel insan hakları ilkelerini gözeterek zaman zaman konuya müdahil oldular. Batılı medya ve bazı STK’ların samimi çabaları yetersiz de olsa dünyada bir Doğu Türkistan gündemi oluşturdu. Bunlar arasında BBC ve Uluslararası Af Örgütü’nün isimlerini zikretmemiz gerekir.” Diye konuştu.

Çin’in son bir senede iki kez BM üyesi ülkeler arasında imza toplayarak “terörle mücadelesine destek” bildirileri yayınladığını hatırlatan Kavuncu, “İlkinde 50 ülkenin, ikincisinde 47 ülkenin imzalarını aldı. İmzacı ülke isimlerini incelediğimizde, Rusya dışında çoğunun küçük ve fakir ülkeler olduğunu görüyoruz. Bu durum aslında Çin’in uluslararası desteğinin sanıldığı kadar fazla olmadığını düşündürüyor. Yine de 20’de fazla müslüman ülkenin imzalarıyla Çin safında yer alması Doğu Türkistan’ın neden sahipsiz kaldığının da bir açıklaması aynı zamanda. (Türkiye’nin bu bildirilere imza atmamış olması önemli).” Dedi.

Türkiye’deki Sessizlik Siyasete Endeksli

Türkiye’nin konuyla ilgili sessizliğini de ‘STK ve medyanın objektif kriterlerle sorunlara yaklaşmamak’ olarak yorumlayan Kavuncu, “Muhafazakar kesimdeki kurumlar hükümet politikalarına endeksli hareket ediyor. Ak Parti iktidarı Çin’le yakın ekonomik ilişkiler sebebiyle Doğu Türkistan’daki duruma mesafeli bir yerde durmayı tercih ettiği için, bir kısım medya ve STK’lar da sessiz kalmakta. Hatta Çin’in tezlerine yakın söylemler öne çıkabiliyor. Zaman zaman gösterilen tepkiler de yeterli olmanın çok uzağında. Diğer kesimler ise ideolojik veya dış politik tercihlerine göre tutum belirliyorlar. Bir de, Doğu Türkistan gibi sorunlarla ilgilenmek, milliyetçi kesimlerin tekeline bırakılmış gibi. Bu durum başka sorunlara yaklaşımlarda da gözlenebilmekte. Herhangi bir “hak ihlali” sorununa, objektif kriterler yerine herkes içinde bulunduğu ideolojik kampın öncelikleriyle bakıyor. Tüm kesimler için adaletli bir duruştan uzak kalmanın gerekçeleri, bizim toplum olarak üzerinde durulması gereken bir hastalığımız maalesef.” dedi.

Doğu Türkistan (Sincan Uygur Özerk Bölgesi) ve Çin Arasındaki Çatışmanın Kökenleri

Tarihsel olarak Doğu Türkistan olarak bilinen bölge şu anda dünyadaki sıcak çatışma alanlarından bir tanesi. 1949’da Çin tarafından işgal edilmiş olan bölge bugün dünya basınında Sincan Uygur Özer Bölgesi olarak anılıyor. Bu bölge 1949’dan beri Çin Komünist Partisi tarafından Çin’e ait olduğu savunulan bir bölge. Bölgeye Sincan Uygur Özer Bölgesi değil de Doğu Türkistan diyen Uygurlar ise bölgenin bağımsız olması gerektiğini savunuyorlar.

1966’da gerçekleşen Çin Kültür Devrimi’nden sonra bölgede yaşayan Uygurlar, Çin’in yeni politik tutumu nedeniyle dini inançlarından ötürü hükümetten baskı görmeye başladılar. Bu durum azalıp artarak 2000’li yıllara kadar devam etti. Sonrasında Çin Hükümeti, Şiddetli Terörizme Karşı Sert Bir Kampanya (Strike Hard Campaign against Violent Terrorism) adını verdiği bir politika başlattı. Sincan hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde hem doğal kaynaklar açısından çok zengin bir bölge hem de Pakistan, Kazakistan ve Kırgızistan dahil sekiz ülkeye sınır komşusu. Yüz ölçümü Çin Halk Cumhuriyetinin altıda biri kadar yani oldukça büyük.

2014 yılında itibaren birçok Uygur farklı yollardan Çin Halk Cumhuriyetini terk edip dünyanın çeşitli ülkelerine iltica etmeye çalıştı. The Diplomat’ta yer alan habere göre Uygur Müslümanları problemi Tayland hükümetinin ülkeye giriş yapan 100 Uygur’u sınır dışı etme girişimi uluslararası alanda ufak çapta bir krize sebep oldu ve Taylandlı siyasetçiler bu sorunu Türkiyeli ve Çinli yetkililerle çözmek için uğraştıklarını ve Uygurları sınır dışı ettikleri takdirde başlarına geleceklerden sorumlu olmadıklarını söyledi. Uygurları sınır dışı eden bir diğer ülke de Malezya’ydı. Bu iki ülke de İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) tarafından ayrı ayrı kınandı. Ancak Uygurların içinde bulundukları duruma bir çözüm bulunamadı. 2018 yılında ise Çin Halk Cumhuriyetine karşı ayrılıkçı bir politika izleyen Doğu Türkistan İslami Hareketi, Avrupa Birliği ve ABD tarafından terörist organizasyon olarak tanındı. Bu tarihten sonra Çin hükümeti, üzerinde bir uluslararası baskı oluşmadan ülkede yaşayan Müslümanlara karşı uygulamak istediği politikaları uygulayabilecek zemini elde etmiş oldu. 2017 yılından itibaren uluslararası kamuoyundan gelecek herhangi bir baskıyı göz ardı etmeye ve asimilasyon politikalarına hız kazandırmaya başlamıştı zaten.

CFR’da (Council on Foreing Relations) yer alan yazıya göre 2017’nin Nisan ayından beri 800 binden 2 milyona kadar olan sayıda Müslüman çeşitli sebeplerden gözaltına alındı. Çin’de toplu tutuklamalar bu tarihlerde başladı. Kamplar 2017 yılında başlamış olsa da Sincan’daki 11 milyon Uygur halihazırda onlarca yıldır baskı altında yaşıyordu.

Yeniden Eğitim Kampları

Çin hükümeti tarafından kurulan ve Yeniden Eğitim Kampı adını taşıyan asimilasyon merkezlerinin yaklaşık yirmi yedi tanesi farklı kaynaklar doğrulanmış, ancak toplam sayının 1.200’e yakın olduğu tahmin ediliyor. Çinli yetkililer Uygurların ayrılıkçı fikirlerinin hükümeti tedirgin ettiğini ve bu sebepten de Uygurları yeniden eğitmek için bu kamplara yerleştirdiklerini söylüyorlar. Yetkililere göre bu kamplarda Uygurlara Çin Halk Cumhuriyetinde nasıl birer vatandaş olarak yaşayacakları öğretiliyor. Çin’in Ankara Büyükelçisi DW’ye verdiği röportaj boyunca Doğu Türkistan’da yaşananlarla ilgili sorulan bütün soruları geçiştiriyor ve kampların cezaevi değil yatılı okul olduğunu savunuyor. Doğu Türkistan özerk bölgesi adına da konuşmaktan çekinmeyen Deng Li bölgede yaşananlara karşı hükümetlerin aldığı tutumu “Ne Çin tarafı ne Türkiye tarafı kendi ülkesinin topraklarında karşı tarafın ülkesine yönelik olarak herhangi bir bölücü ya da terörist eylemin meydana gelmesine izin vermiyor.” diye anlatıyor.

Bu kamplarda tam olarak ne olduğuna dair net bir bilgiye ulaşmak gerçekten çok zor ancak Çin Hükümeti’nden kaçmayı başarmış kişiler çok zorlu koşullar tarif ediyorlar. Şubat ayında BBC tarafından yapılan bir habere göre tutuklanan Uygurlar sakal bıraktıkları ya da örtündükleri için tutuklanıyorlar. Haberin dayandırıldığı belgeden öğrenilenlere göre, Çin Hükümeti insanları “eskiden örtünüyordu, bu kişi pratik bir risk teşkil etmiyor, telefonundan yanlışlıkla dış kaynaklı bir haber sitesine tıkladı” gibi farklı şekillerde fişliyor, sınıflandırıyor ve risk grubu oluşturup oluşturmadıklarına göre tutuklayıp tutuklamayacağına karar veriyor. Doğu Türkistanlıların tutuklanma nedenleri arasında Çin hükümeti tarafından uygulana doğum kontrol politikalarının ihlal edilmesi, güvenilir olmamak, dinle ilişki içinde olmak, dışarıyla “herhangi” bir bağlantı bulunması, eskiden tutuklanmış olmak gibi şeyler yer alıyor.

Yeniden eğitim kamplarında sadece Uygur Türkleri bulunmuyor. Çünkü Çin’in uyguladığı asimilasyon politikaları milli bir kimlik değil dini bir kimlik taşımayı problem olarak görüyor. Doğu Türkistan’da yalnızca Uygurlar değil Kazak, Kırgız, Özbek, Tacik ve Çinli Müslümanlar (Huiler) da yaşıyor. Nüfus dağılımı şu şekilde 30 milyon Uygur, 4 milyon Kazak, 1 milyon da Özbek, Kırgız ve diğerleri. Huilerin de en az 5 milyon civarı olduğu düşünülüyor.

Rümeysa Özüyağlı

  • Kaynak: https://www.sivilsayfalar.org/2020/07/27/cinin-ekonomik-gucu-dogu-turkistanin-gundeme-gelmesini-engelliyor/
  • Etiketler: Doğu Türkistan’Çin,Uygur,Uluslararası Türkistanlılar Dayanışma Derneği Başkanı Burhan Kavuncu,ABD, Rusya, İran, Venezuela,İsveç, Norveç, Kanada, Yeni Zelanda,BBC , Uluslararası Af Örgütü’