Çin’in 21. asır distopyası Doğu Türkistan’daki toplama kampları
Çin’in 21. asır distopyası Doğu Türkistan’daki toplama kampları
- 17.02.2019
- 2036 defa okundu
Arizona Üniversitesi’nden akademisyen Mehmet Volkan Kaşıkçı, Çin yönetiminin Doğu Türkistan’da zulüm uyguladığı işkence kamplarının iç yüzünü yazdı.
Bu yazıda kısaca Doğu Türkistan’daki toplama kampları hakkında bilgi vereceğim. Öncelikle toplama kampından ne anladığımızı açıklığa kavuşturmak gerek. Toplama kampları herhangi bir suçtan hüküm giymemiş, davası görülmemiş, yalnızca kimliklerinden dolayı potansiyel olarak tehlikeli görülen toplumsal grupların önleyici tedbir olarak tecritlerine dayanıyor. Belli etnik grupların hedef alınmasıysa Çin’in toplama kamplarını açık bir şekilde kolonyalist devletlerin Afrika’da ve Asya’da kurdukları kamplarla benzer hale getiriyor. Bu yüzden Doğu Türkistan’daki toplama kampları sosyalist olarak adlandırabilecek bir pratiğin sonucu değil, tam olarak kolonyalist bir rejimin ürünü.
“Yeniden eğitim” kavramının Çin’deki geçmişi uzun olsa da bu anlayışın Doğu Türkistan’da 2013’te gelişmeye başladığını düşünüyoruz. Bu tarihten sonra belirli grupların kısa sürelerle küçük çapta “yeniden eğitim” kurslarına alındıklarını biliyoruz. Ancak Çın Çüenguo’dan önce bu kapsamlı bir politika olmaktan uzaktı. Uydu görüntüleri üzerinden yapılan çalışmalar 2014’ten başlayarak bazı kamp bölgelerinde hareketlilik olduğunu gösteriyor. Bu da kamp sisteminin kurulmasının birkaç yıllık bir planı olduğunu söylüyor. Ancak ilk toplu tecrit dalgasının 2017 Mart-Nisan döneminde gerçekleştiğini biliyoruz. O tarihten itibaren kampların kapasitesinde sürekli artış gözleniyor. 2018 kamp kapasitelerinde en büyük artışın görüldüğü yıl.
Toplama kamplarıyla ilgili haberler ancak 2017 sonunda çıkmaya başladı. Medyaya geç yansımasının temel nedeni bilgi almanın aşırı derecedeki zorluğu. İkinci sebep olarak ise kamplara alınanların yakınlarının uzun bir dönem konuşmaya çekinmesi. Bunun iki temel sebebi var. İlki korku. İnsanlar uzun süre konuşurlarsa Doğu Türkistan’daki yakınlarının başlarına daha kötü şeyler geleceğini düşündükleri için sustular. Ancak korkunun yanında bir sebep daha var. Çok sayıda kişi ilk başta yakınlarının 1 ay gibi kısa süreler için “siyasi eğitim”e alındıklarının söylendiğini, sürekli “bugün, yarın çıkaracağız” diye kandırıldıklarını söylediler. Fakat şu an net olarak biliyoruz ki, yakınlarını arayanların, Atajurt’a, Kazakistan Dışişleri Bakanlığı’na başvuranların veya medyaya çıkanların yakınları serbest bırakılmasa da daha hafif tecrit yöntemlerine geçiriliyor. Öte yandan bu şu manaya da geliyor: Yurtdışında yakını olmayan, arayanı soranı bulunmayan yüzbinlerce insan sahipsiz. Toplama kampına alınan insanların sayısının bir milyonu geçtiği genel kabul görmüş durumda. Çüenguo’nun gelmesine kadar baskı tamamen Uygurlar üzerineydi. Ancak şu an bütün Türkdilli gruplar aynı muameleye tabi. Huiler ise genel İslam karşıtı politikadan etkilenmiş olmakla beraber, henüz diğer azınlıklar ölçüsünde zapturapt altına alınmış değiller. Huiler’den kamplara alınanlar olduğunu biliyoruz, ancak orana vurduğumuzda diğer azınlıkların seviyesinde değil.
KAMPLARDA KİMLER VAR?
Çin’in propagandası tamamen ekstremizm gibi nedenlere odaklanıyor. Tabii bir toplumun yüzde 10-12’sinin, yetişkin nüfusunun ise yüzde 15-20’sinin radikal İslamcı olabileceği gibi saçma bir iddiaya kimse inanmıyor. Aslında Çin propagandası son derece zayıf ve hatta absürd derecede komik; güçlü olan Çin’in parası ve başta İslam dünyası olmak üzere dünyanın ikiyüzlülüğü. Ekstremizm gibi iddiaları bir kenara bırakarak, dini sebeplere genel bir kategori açtığımızda bile bu kategorinin kamplara alınmada birçok saçma sebepten yalnızca biri olduğunu söyleyebiliriz. Önümüzdeki örneklere dayanarak toplama kamplarına alınmada en yaygın sebebin yurtdışı bağlantısı olduğunu görüyoruz. Bilindiği gibi Çin 26 ülkeyi tehlikeli olarak ilan etti ve Türkiye bunların başında geliyor. İşte kamplara alınanlar içinde en geniş grup bu ülkelere seyahat etmiş olanlar, yurtdışında akrabası bulunanlar, yabancılarla arkadaşlık edenler, hatta çoğu zaman yalnızca yurtdışıyla telefonla konuşanlar. Önceki yazımda verdiğim örneklerde olduğu gibi, yalnızca bir fotoğraf göndermeniz toplama kampına alınmanız için yeterli. Bunun dışında mesela bir Kazak boksörün maçını izlemeye gittiği için, ya da bir Kazak milletvekiliyle fotoğrafı olduğu için kampa gönderilenler var. Bu kulağa son derece absürd gelen örnekleri çoğaltmak çok kolay. Yüzlerce örneği inceledikten sonra bir şekilde yurtdışıyla bağı olan bu tarz sebeplerin toplama kamplarına gönderilmede en başta geldiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Bu yüzden, mesela sınır bölgelerinde kampa alınanların oranı çok yüksek. Şu an herhalde hâlâ Doğu Türkistan’da olup da yabancı bir arkadaşıyla iletişimini sürdüren tek kişi kalmamıştır. Yalnızca bir mesaj, yalnızca bir tek cümle toplama kampına gönderilmeniz için yeter de artar.
Dinle ilgili sebeplerin, yurtdışıyla ilgili sebeplerden sonra geldiğini söyleyebiliriz. Burada namaz kılmak, evinde Kuran bulundurmak, başörtülü veya sakallı olmak, internetten dini içerikli bir sayfaya girmek, hatta telefonunda bir cami resmi bulundurmak gibi sebeplerden bahsediyoruz. Toplama kamplarına alınmada dinle ilgili sebepler, birçok sebepten yalnız biri, ancak hapsedilenler arasında dinle ilgili sebepler ağır basıyor. Bunu hapishane kısmında açıklayacağım. Namaz kılıp, özellikle de camiye gidenler arasında hapis cezasına çarptırılmamışsa bile kampa alınmayan tek tük insan kalmıştır muhtemelen.
Bir diğer yaygın kategori telefon ve internet kullanımıyla ilgili sebepler. Girdiğiniz bir internet sitesinden, ya da telefonunuzda WhatsApp gibi uygulamalar bulunmasından dolayı toplama kampına alınmanız neredeyse kesin gibi. Bu kategori çoğunlukla yurtdışı bağlantısıyla da iç içe geçiyor aslında. Daha önce söylediğim gibi Doğu Türkistan’dakilerin dışarıyla bağlantısı hemen hemen tamamen kopmuş durumda. Yakınlarıyla tek bir kez konuşmayalı, mesajlaşmayalı iki yılı geçmiş olan kişilerin sayısı hayli fazla. Bazı insanlar doğrudan en yakınlarıyla değil, daha uzak akrabalarıyla ya da arkadaşlarıyla nadiren haberleşebiliyorlar ve bu sayede yakınlarının ne durumda olduğunu öğrenmeye çalışıyorlar. Telefon görüşmesi olsun WeChat yazışması olsun, her bir kelimeniz kontrol altında. O yüzden insanlar anlaşabilmek için çeşitli şifreli yöntemler geliştiriyorlar. Yakınlarıyla telefonla görüşebilen nadir kişiler bunları kaydetmeye başladılar bir süre önce. Bu sayede biz de bu konuşmaları dinleyebiliyoruz. Doğu Türkistan tarafından duyduğumuz standart söylem, her şeyin iyi olduğu ve kendileri için verdikleri dilekçelerini, başvurularını durdurmaları. Bu söylem yalnızca her türlü iletişimin kontrol altında olmasından kaynaklı değil; bir şekilde tecrit altında olan insanların yanında polisler bulunuyor ve bu cümleleri söylettiriyorlar. Akikat Kaliolla’nın annesiyle telefon görüşmesi en ilginçlerinden biri. Akikat Kazakça konuşmaya çalışıyor, ama annesi yalnızca Çince konuşabileceklerini söylüyor. Annenin yanında bulunan görevlinin Kazakça bilmediğini anlıyoruz. Son olarak eklemek gerek ki, bu nadir görüşmeler ancak Doğu Türkistan’daki kişinin aramasıyla oluyor. Razila Nural’ın annesi kızıyla tam bir buçuk yıl görüşemedikten sonra 4 Ocak’ta konuşma imkânı buldu. Razila’nın söyledikleri yukarıda dediğim gibi o taraftan duyduğumuz standart söylem. Hatta tıpkı Çin’in propagandası gibi polislerin bu insanlara söylettiği laflar da o kadar komik ki, Razila annesine “Beni kimsenin tuttuğu yok, dedikodulara inanmayın, ben kendi irademle çalışıyorum, her şeyim var, her şey iyi” dedi. Annesi bu numaradan kendisini arayıp arayamayacağını sorduğundaysa kendi iradesiyle yaşayan kızımız tabi ki, “Siz arayamazsınız, ben ararım” dedi. 8 Ocak’ta bir kere daha konuştular ve gene bütün iletişim koptu. Razila’yı kimse tutuklamamıştı (!) ama Ağustos 2017’den Ocak 2019’a kadar kendisine kimse ulaşamadı.
Toplama kamplarına alınan bir diğer çok önemli grupsa toplumun önde gelenleri. Kampa alınan Uygur aydınları hakkında uluslararası medyada etraflı bir şekilde yazıldı. Toplumun en eğitimli kesiminin çok sert bir şekilde hedef alınması Çin’in kendini meşrulaştırmaya çalıştığı iddiaların hepsinin saçmalığını bir bir ortaya koyuyor. Bu kesim, ortalamaya vurursak, toplumun en seküler kısmı, hemen hepsi Çince biliyor ve hepsi profesyonel meslek sahibi. Akademisyenler, yazarlar, gazeteciler, sanatçılar, iş adamları hepsinin kökü kurutulmuş durumda. Hatta o kadar ki, bu kategori yalnızca aydınları içermiyor. Herhangi bir şekilde toplumda öne çıkmış kim varsa, hemen hepsi kampa gönderilmiş durumda. Mesela küçük bir şehirde düzenlenen düğün, toy gibi aktivitelere öncülük eden Jarkın Asankadır gibi kişiler de alındı.
KAMPLARIN TÜRLERİ
Toplama kamplarının içinde ne olup bittiği tamamen ayrı bir yazının konusu ve ne yazık ki bu konuda çok fazla bilgi sahibi değiliz. Ancak kısaca son olarak toplama kamplarının da çeşitlilik gösterdiğini belirtmek istiyorum. Kamplar bazı tanıklıklara göre üç dereceye (Kamptan çıkarak Kazakistan’a dönen Gülzira Avelhan’ın ifadesine göre beş dereceye) ayrılıyor. Kampların içindeki hayatın ağırlığı bu derecelere göre değişiyor. Bu derecelendirmelerin neye göre yapıldığını net olarak bilmiyoruz. Bazı iddialar Çince bilgisinin bunda rol oynadığını gösteriyor. Yine bazı iddialara göre kampa alınma sebepleri, kampta gördükleri muamelenin derecesi konusunda rol oynuyor. Ancak bütün bölgeye genelleyebileceğimiz standart bir uygulama olduğunu düşünmüyorum. Bunun dışında kamptan çıkıp Kazakistan’a dönen bir kişi, bir de kamplarda polislik yapmış şu an Kazakistan’da olan biri Uygurlar’ın yoğunlukta olduğu Turfan gibi bölgelerde kampların çok daha ağır olduğunu söylediler. Ancak bunu başka kişiler teyit etmedi. Orınbek Köksebek gibi İli Kazak bölgesinde kamplarda kalıp ağır işkenceler görmüş kişiler de var. Ki en hafifinde kalan Gülzira bile tuvalette iki dakikadan fazla kaldığında yatakhanesine varana kadar kafasına darbe yediğini anlattı, elektro şok dahil. Gülzira en hafif kampta kalmıştı, dayaktan başka işkence görmedi o yüzden. Ama hep aynı vakitte yalnızca iki dakika tuvalette kalmalarına izin verildiğinden defalarca kendi pisliği içinde uyumak zorunda kaldığını anlattı.
Kamplarla ilgili en tedirgin edici şeylerden biri insanlara verilen ilaçlar. İnsanlara düzenli olarak ve zorla çeşitli ilaçlar verildiğini kesin olarak söyleyebiliriz. Net bir fikre varamadığımız konu, bu ilaçların uzun vadeli etkilerinin olup olmayacağı. Kamplarda veya hapiste gördüğü muameleden dolayı aklını kaçıranlar ve hafızası zayıflayanlar var. Kadınlarda adet düzeninin bozulması, erkekler cinsel güçte azalma gibi etkiler sık dile getiriliyor. Ancak bunlar kamp içinde bulunan insanların o süre zarfında kontrol altına alınması amacıyla verilen ilaçlar mı, yoksa kalıcı bir etkiye sahip ilaçlar mı bunu zaman gösterecek. Hem Uygurlar hem Kazaklar içinde bu ilaçların kısırlaştırma amacıyla verildiğine inanan çok sayıda kişi var, yalnızca dışardakiler değil, kamplarda bulunanların da ilaçların bu amaçla verildiğini düşündüğünü biliyoruz. Bu konuda bir şey söylemek için erken olsa da, kamptan çıkıp da sağlığı bozulmayan kimse yok dersek bu abartı olmaz. 20-30 kilo verenler, fizyolojik rahatsızlıklara sahip olanlar, travma geçirenlerin yanında çok daha ağır hastalıkları olanlar da var.
Bu yazıda toplama kamplarını açıklamaya çalıştım. Kalan diğer 4 tecrit (hapis cezası, insanların zorla çalıştırıldığı fabrikalar, ev hapsi ve pasaportuna el koyulanlar) yöntemini gelecek yazımda açıklayacağım. (Düzeltme: 5 Şubat tarihli Karar gazetesinde çıkan yazımın başlığında kullanılan “3 milyon insan” ifadesi bana ait değil. Yazıya eklenen fotoğrafta resmi bulunan Sayrangül İzatulla’nın annesinin Atajurt’a geldiğini yazmışım. Annesi ve babası Doğu Türkistan’da ev hapsinde. Fotoğrafta yanımdaki halası).
Mehmet Volkan Kaşıkçı
- Kaynak: https://www.karar.com/gorusler/cinin-21-asir-distopyasi-dogu-turkistandaki-toplama-kamplari-1121389
- Etiketler: Doğu Türkistan’Çin,Uygur,Arizona Üniversitesi’,