Pakistan, 1949 yılında Mao’nun liderliğindeki Çin Komünist Partisi’nin iktidara gelmesinden sonra Çin Halk Cumhuriyeti adını alan Çin’i ilk tanıyan ve diplomatik ilişki kuran ülkelerdendir.

Pakistan-Çin ilişkilerinin odağında Hindistan’ın yer aldığını; İslamabad-Pekin ilişkilerinin şekillenmesinde, bu iki başkentin Hindistan ile olan ilişkilerinin payının oldukça büyük olduğunu söylemek mümkündür. Eğer (i) Pakistan’ın Hindistan’dan koptuğu, taraflar arasında etnik/dinsel temelli bir anlaşmazlığın yaşandığı ve bunun Keşmir sorunu üzerinden bugüne kadar gelen bir anlaşmazlık olduğu; (ii) Çin açısından ise, Komünist Partinin iktidara gelmesinden sonra Pekin Yönetimi’nin Tibet üzerindeki hakimiyetini sağlamlaştırmak istediği, bu amaçla baskıyı artırdığı ve Orduyu Tibet’in üzerine gönderdiği, artan baskı karşısında Dalay Lama’nın 1959 yılında Hindistan’a sığındığı ve Hindistan’ın Tibet’e komşu Himachal Eyaletinin Dharamshala kentinde “sürgünde Tibet Hükümeti”nin kurulduğu, buna tepki olarak Çin Ordusunun 1962 yılında Hindistan’a girdiği, bugün Aksai Çin olarak bilinen ve Çin’in Sincan-Uygur Özerk Bölgesi’nin (Doğu Türkistan’ın) Hotan iline bağlı bulunan coğrafyanın Çin tarafından işgal edildiği ve bu coğrafyanın bugün taraflar arasında anlaşmazlık konusu olduğu hatırlanırsa, niçin Pakistan-Çin ilişkilerinin odağında Hindistan’ın yer aldığı daha iyi anlaşılacaktır. Ancak bu çalışmanın konusu itibarıyla Çin-Hindistan ilişkilerine bakarken, Hindistan’ın kuzey batısındaki Aksai Çin’e ilave olarak, Hindistan’ın kuzey doğusundaki Arunaçhal Pradesh eyaletinin de taraflar arasında anlaşmazlık konusu olduğunu görmek gerekir.

Pakistan-Çin ilişkilerinin odağında Hindistan’ın yer aldığını daha iyi anlamak adına belirtilebilecek önemli bir diğer husus da, Soğuk Savaş yıllarında (1991’den önceki dönemde) Batıya dâhil olan, Batının bir parçası olarak görülen Pakistan’ın, Keşmir’in kendi kontrolündeki kısmından (Aksai Çin’e bitişik) az bir toprağı 1962 yılında “komünist” Çin’e bırakmasıdır. Pakistan’ın Çin’e terk ettiği toprak, Çin’in yüksek dağlar arasından batıya açılması bağlamında (ulaşım açısından) Çin için oldukça önemlidir. Ancak asıl görülmesi gereken husus, toprak terki ile Pakistan’ın, hem Çin’i yanına çektiği, hem de Çin’in Hindistan karşısındaki olumsuz duruşunu derinleştirdiğidir.

Bu noktada dikkati çeken bir başka husus da,  Pakistan’ın Çin’e toprak terkinin, ABD ile Sovyetlerin Küba Krizi üzerinden karşı karşıya gelmiş olduğu 1962 yılında gerçekleşmiş olduğu, yani Pakistan ile Çin’in bu durumdan yararlanmış olduklarıdır. Ayrıca eğer 1970’li yılların başında Çin ile ABD’nin diplomatik ilişki kurması ve “komünist” Çin’in BM’ye kabul edilmesi hatırlandığında, Pakistan’ın Batının bir parçası olarak görülmesine rağmen Soğuk Savaş yıllarında “komünist” Çin ile yakın ilişkiler içinde olması; bir taraftan Pakistan’ın Çin ile olan yakın ilişkisinin Batının bilgisi dâhilinde olabileceği, diğer taraftan da Pakistan’ın Batı’dan bağımsız olarak o yıllarda Çin ile geliştirdiği ilişkilerin sonradan Batı tarafından “değerlendirilmiş” olabileceği de akla getirmektedir. Hatta o yıllarda, Batının Pakistan’a Moskova-Pekin ayrışmasını sağlama işlevini/rolünü vermiş olabileceği bile akla gelebilmektedir.

1991 öncesi dönemde Pakistan-Çin ilişkilerine bakarken görülmesi gereken bir başka husus da, Sovyetlerin Afganistan’ı işgali sırasında, Çin’in Pakistan üzerinden Afganistan’daki İslami direnişçilere destek vermiş olduğudur. Bu, Pakistan-Çin yakınlaşmasını besleyen bir durum olarak alınabileceği gibi, 1962 yılında kendisini belli eden yakınlaşmanın aradan geçen süre içerisinde devam ettiğinin işareti olarak da alınabilir.

Sovyetlerin 1991 yılında dağılmasından sonra, bir taraftan Çin-ABD rekabetinin doğması, diğer taraftan ABD’nin Hindistan ile yakınlaşması, 1991 öncesinde esasen mevcut olan Pakistan-Çin ilişkilerinin hızla gelişmesine yol açmıştır. Bu gelişmede, Af-Pak Bölgesine ilişkin olarak İslamabad ile Washington arasında yaşanan ve 2001’den günümüze doğru artan bir şekilde kendisini gösteren sorunların payının olduğunu da belirtmek gerekir.

Gerçekçi bir bakış açısı ile bakıldığında, Pakistan’ın güncel jeopolitiğinin Çin için çok önemeli olduğu görülmektedir. ABD’nin izlediği Çin’i çevreleme politikası ve Çin’in Asya’nın doğusunda ve güneydoğusunda angaje olduğu sorunlar, Çin’in gözünde Pakistan’ın jeopolitiğini daha değerli kılmaktadır. Pekin Yönetiminin yeni “İpek Yolu” ya da “Bir Kuşak, Bir Yol” projesinde Pakistan’a özel bir yer vermesi, bu değere işaret eder. “Pakistan-Çin Ekonomik Koridoru”, Çin’in İpek Yolu projesinin Pakistan ayağının adıdır ve bu koridor, salt ekonomik bir koridor olmaktan çok, politik ve askeri/güvenlik boyutları da bulunan bir projedir. Pakistan-Çin Ekonomik Koridoru, Pakistan’ın güneyinde Umman Körfezi’nin ve Arap Denizi’nin kuzeyindeki Gwadar limanından başlayıp Pakistan’ın kuzeydoğusunda Keşmir üzerinden Aksai Çin’e (Sincan Uygur Bölgesi’ne-Doğu Türkistan’a) ulaşan bir güzergâhı içerir. Son iki yıl içinde iki ülke arasında gerçekleşen karşılıklı üst düzey ziyaretler ve bu ziyaretler sırasında imzalanan anlaşmalar, Pakistan’ın ve Pakistan-Çin Ekonomik Koridoru’nun Pekin için ne kadar önemli olduğunun adeta göstergesi niteliğindedir. Xi Jinping’in Çin Devlet Başkanlığı koltuğuna daha yeni oturmakta olduğu bir sırada, Kasım 2014’de, Pakistan Başbakanı Navaz Şerif Çin’i ziyaret etmiş, bu ziyaret sırasında mevkidaşı Li Keqiang’ın yanısıra Çin Devlet Başkanı ile de görüşmüştür. Bu ziyaret sırasında, Navaz Şerif’in terörizmle mücadelede Çin’e yardım sözü vermesi, bu çalışmanın konusu itibarıyla, dikkat çekicidir. Arkasından Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, Nisan 2015’de Pakistan’ı ziyaret etmiş ve bu ziyaret sırasında, taraflar arasında, toplam değeri 46 milyar dolar olan 51 anlaşma imzalanmıştır. Bu arada başka ziyaretler de olmuş; bu ziyaretlerin en günceli ise, içinde bulunulan Nisan (2016) ayı içinde, Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi Siyasi Büro Üyesi ve aynı zamanda bu partinin Sincan Uygur Özerk Bölgesi Sekreteri olan Zhang Chunxian’ın Pakistan’a yaptığı ziyaret olmuştur. Zhang Chunxian’ın Pakistan Başbakanı Navaz Şerif tarafından kabul edildiği bu ziyaret sırasında da, taraflar arasında, toplam değeri 2 milyar dolar olan çeşitli anlaşmalar imzalanmıştır.

Peki, Pakistan ile Çin arasındaki bu güncel ilişkileri, yakınlaşmayı, taraflar açısından nasıl okumak (anlamak) gerekir?

Her şeyden önce, Pakistan’ın Sünni Müslüman nüfus çoğunluğu ve sorunlu Sincan Uygur Özerk Bölgesindeki Sünni Müslüman nüfus dikkate alındığında, İslamabad ile Pekin arasındaki yakın ilişkilerin, Çin’e bu sorunlu bölgeyi kontrol etme imkânı vereceğini söylemek gerekir. Sincan Uygur Özerk Bölgesindeki sorunun, sadece bu bölgede yaşayan Müslüman Uygur Türklerinin varlıklarını koruma, daha iyi yaşama ve yönetime katılma istekleri ile sınırlı değildir. Bu bölge, aynı zamanda, enerji kaynakları yönünden Çin’in ne zengin bölgesidir. Dünya, Sincan Uygur Özerk Bölgesini, enerji zenginliği ile fazla bilmemekte, daha çok Müslüman Uygur Türklerinin maruz kaldığı insanlık dışı muamele ile bilmektedir. Oysa bu bölge, kömür, petrol ve doğal gaz yönünden zengin bir bölgedir. Çin’in toplam kömür rezervlerinin 1/3’ü bu bölgededir; bugün itibarıyla bölgenin petrol rezervlerinin 60 milyar tonun üzerinde olduğu, keza doğal gaz rezervlerinin de 10 trilyon m³’den fazla olduğu bilinmektedir. Ayrıca, eğer Sincan Uygur Özerk Bölgesinin Çin’in batıya açılma yolu üzerinde bulunduğu, bu konumu ile yeni İpek Yolu Projesinin kilit coğrafyası olduğu dikkate alınırsa, Pakistan ile ilişkilerin Çin’e bu bölge üzerinde sağladığı (sağlayacağı) avantajların önemi daha iyi anlaşılmış olacaktır. Pakistan’ın içinde bulunduğu kaos/kargaşa ortamı dikkate alındığında ise, İslamabad’ın Pekin ile terörizmle mücadelede işbirliğine gitmesinin Pakistan’ın istikrara kavuşmasına katkı sunabileceği ileri sürülebilir.

İkinci olarak, Pakistan’ın Suudi Arabistan ile olan yakın ilişkileri hatırlandığında, son dönemde zaman zaman kendisini belli eden Pekin-Riyad yakınlaşmasında Pakistan’ın payının olabileceği akla geldiği gibi, Pakistan’ın Çin-Suudi Arabistan ilişkilerini güçlendirmek gibi bir işlevi yeri getirebileceği de akla gelmektedir. Çin’e Sünni İslam Dünyası nezdinde avantaj sağlayacak bu tablonun, aynı zamanda Çin nezdinde Pakistan’a avantaj sağlayacağı ve taraflar arasındaki çeşitli konulara dair müzakerelerde Pakistan’ın elini güçlendireceği açıktır.

Üçüncü olarak, Gwadar çıkışlı-Sincan Özerk Bölgesi varışlı Pakistan-Çin Ekonomik Koridoru’nun, ekonomik, askeri/güvenlik ve politik açılarından Çin için ne anlama geldiğini iyi görmek gerekir. Ekonomik açıdan bakıldığında, söz konusu koridor, Çin’in alternatif dış ticaret güzergâhı olarak gözükmektedir. Eğer Çin’in ekonomik büyümesinin dış ticarete dayalı olduğu hatırlanırsa, bu koridor, Çin’in dış ticaretinin Asya’nın doğusunda ve güneydoğusunda angaje olduğu sorunlardan etkilenmeden sürdürülmesine imkân verecek, bu imkân da Çin’in ekonomik büyümesini sürdürmesi demek olacaktır. Bu güzergâha ekonomik açıdan bakarken, Gwadar-Sincan Uygur Bölgesi hattının dış ticarette yolu 10 bin km. kısalttığını; bunun da, hem ithalatta ve ihracatta ulaşım maliyetini aşağıya çektiğini, hem de ihracat mallarının fiyatlarını aşağıya çekmek suretiyle Çin mallarına pazar açacağını, ayrıca görmek gerekir. Askeri/güvenlik açısından bakıldığında ise, Asya’nın doğusunda ve güneydoğusunda angaje olunan sorunlar nedeniyle, söz konusu koridor, “alternatif” ya da “ihtiyati” lojistik destek güzergâhı olarak anlam kazanmaktadır. Eğer Asya’nın doğusunda ve/veya güneydoğusunda ciddi gerginlikler ve/veya sıcak çatışmalar kendisini gösterir ise, bu, ağırlıklı olarak buralardan yapılmakta olan lojistik destek faaliyetlerini sekteye uğratacaktır ki, Pakistan-Çin Ekonomik Koridoru bunu telafi edebilecek bir potansiyele sahip gözükmektedir. Söz konusu koridorun ekonomik ve askeri açılardan Çin’e sağlayacağı avantajların, politik avantajları da beraberinde getireceğini söylemeye gerek yoktur. Bu noktada, söz konusu koridor ile; Çin’in, Hindistan’ı batıdan ve kuzeyden (yukarıdan) ayrıca kuşatmış (baskı altına almış) olacağını; Çin’e, Afganistan’daki ABD varlığına yine Pakistan üzerinden ayrıca nüfuz etme imkanı vereceğini de görmek gerekir. Bu tablonun, ABD ve Hindistan karşısında, Pakistan’ın elini kuvvetlendireceği ve Pakistan’a avantaj sağlayacağı açıktır.

Dördüncü olarak, eğer Pakistan’ın Batınının bir parçası olduğu ve bugüne kadar ABD ile yakın çalıştığı dikkate alınırsa, Pakistan-Çin yakınlaşmasının Çin’e Batı orijinli savunma malzemesine daha çok erişim imkânı sağlayacağını ve buna Pakistan’ın Batı orijinli nükleer varlığının da dâhil olacağını söylemek mümkündür. Uluslararası ilişkilerin her alanında geçerli mütekabiliyet ilkesi hatırlandığında, bu, Pakistan’ın savunma ve imkân yeteneklerini geliştirmede (güncellemede) Çin kaynaklarından yararlanma anlamına gelecektir. Bu yararlanmanın, Batı ve Çin standartları arasındaki farklılık nedeniyle Pakistan için bir zafiyete yol açabileceği düşünülürse de, başlangıçta söz konusu olabilecek bu zafiyetin Çin ile yakınlık üzerinden telafi edebileceği söylenebilir.

Beşinci olarak, Pakistan-Çin ilişkileri ve her iki tarafın Suudi Arabistan ile olan ilişkileri, yukarıda bir başka vesileyle değinildiği üzere Pekin’e Sünni İslam Dünyasına nüfuz etme imkânı sunacaktır. P5+1 ülkelerinin geçtiğimiz Temmuz (2015) ayında İran ile yaptığı anlaşma ve bu anlaşma üzerinden yaşanan Batı (ABD)-İran yakınlaşması, Sünni İslam Dünyasının Pekin’in etkisine açılmasını kolaylaştırmıştır. ABD’nin yakın zamana kadar Sünni İslam Dünyası ile olan yakın ilişkileri; ABD ile olan ilişkilerdeki yıpranmışlığın ve yorulmuşluğun da etkisinde, İran ile yaşanan yakınlaşmanın ve yapılan anlaşmanın etkisinde bir bozulma ve soğuma süreci içine girmiştir. Sünni İslam Dünyası, artık ABD seçeneği karşısında Çin seçeneğine kavuşmuş ve bu, ABD karşısında, Sünni İslam Dünyasının hareket serbestisinin artması anlamına gelmektedir. Dün ABD’ye yakın gözüken Suudi Arabistan ve Pakistan, bugün Çin’e yakın gözükmektedirler ve Sünni İslam Dünyasındaki Çin’e yakın görüntü sadece bu iki ülke ile sınırlı da değildir. Bu noktada, İran ile yakınlaşmanın, hem ABD-İsrail ilişkilerinde bozulmaya yol açtığını, hem de İsrail’i Sünni İslam Dünyasına ittiğini de görmek gerekir. Washington Yönetimi, bu durumun farkında olacak ki İran’a çok yakın bir görüntü vermekten kaçınmakta ise de, bunun artık işe yaramayacağı; ABD’nin, ne İran ile, ne de Sünni İslam Dünyası ile olabileceği düşünülmektedir. Huntington’un tezini (öngörüsünü) çağrıştırır bir mecrada ABD’nin (Batının) İslam’ı karşısına aldığı, içeriden bölmeye ve zayıflatmaya çalıştığı her gün biraz daha anlaşılır bulunmaktadır. Bu tablonun, ABD-Çin rekabetinde Çin’in elini güçlendirdiği ve Pakistan’a Af-Pak Bölgesinde ABD karşısında avantaj sağladığı (sağlayacağı) açıktır.

Altıncı olarak, Çin, Asya’nın doğusunda Doğu Çin Denizi’nde ve Asya’nın güneydoğusunda da Güney Çin Denizi’nde bölge ülkeleri ile anlaşmazlık içindedir. ABD, her iki anlaşmazlıkta da, Çin’in karşısındaki bölge ülkelerine müzahir bir politika izlemekte; hatta bu iki sorunu Japonya üzerinden birleştirmek, Hindistan’ı ve Avustralya’yı da bölgeye çekerek Çin karşısındaki cepheyi güçlendirmek ve büyütmek istemektedir. ABD Okyanus ötesinden bölgeye geldiği için ABD’nin söz konusu anlaşmazlıklara Çin karşısında angaje olmasının maliyeti yüksektir. Çin ise, hem güçlü ekonomisi, hem ülkesel derinliği, hem de ilk ikisine güç ve anlam kazandıran Pakistan-Çin Ekonomik Koridoru (Gwadar-Sincan Uygur Özerk Bölgesi Hattı) ile, söz konusu anlaşmazlıkları sürdürmede ABD’ye göre daha avantajlı gözükmektedir ve zamanın söz konusu anlaşmazlıklarda Çin’in lehine işleyeceği değerlendirilmektedir. Pek görünmese de, Pakistan’ın Çin’e sunduğu imkânların ve avantajların, söz konusu anlaşmazlıklarda ABD karşısında Çin’in oldukça işine geldiği (geleceği) açıktır. Bu durumda, Pakistan’ın, her açıdan, adeta “doğal” bir Çin korumasına mazhar olacağını söylemeye gerek yoktur.

Yedinci olarak, bir an için Asya’nın doğusundaki ve güneydoğusundaki anlaşmazlıkların Çin’in Malaka Boğazını kullanmasını zora soktuğu düşünülürse, yukarıda daha önce ifade edildiği üzere, Gwadar-Sincan Uygur Özerk Bölgesi hattı bunu telafi edebilecektir. Ancak ilave olarak, böyle bir durumda, Çin’in Pakistan kıyıları üzerinden, Malaka Boğazını içeren deniz ticaret yoluna müdahale etmek suretiyle buna karşılık verebilme imkanına sahip olduğunu da görmek gerekir. Onun içindir ki, Malaka Boğazını Çin’e kapamak isteyenlerin, Çin’in Pakistan üzerinden kendi dış ticaretlerini engelleme avantajına sahip olduğunun farkında olarak hareket edeceklerini varsaymak gerekmektedir. Bu noktada, Malaka Boğazının kendisine kapatılmak istenmesinden bağımsız olarak, Çin’in, Asya’nın doğusundaki ve güneydoğusundaki anlaşmazlıklarda karşı karşıya bulunduğu ülkeleri baskı altına almak ve ikmal yollarını keserek güçlerini zayıflatmak için, bu ülkelerin söz konusu boğaz üzerinden işleyen deniz ticaretlerine Pakistan kıyılarında sahip olacağı imkân ve kolaylıklar üzerinden müdahale edebileceğini de görmek gerekir. Bu belirtilenlerden hareketle, Pakistan’ın Çin’e dolaylı olarak sadece Malaka Boğazını açık tutma yararını sağlamadığı, söz konusu anlaşmazlıklarda Çin’in elini ciddi şekilde kuvvetlendirdiğini de pekâlâ belirtmek mümkündür. Bunun Pakistan’a yansıması, Çin’in Pakistan’ın güvenliğinin sağlanmasında daha fazla sorumluluk üstlenmesi olacaktır ki; bu da, Pakistan-Çin ilişkilerinin askeri konularda (savunma ve güvenlik konularında) gelişmeye oldukça açık olduğu anlamına gelmektedir.

Sekizinci olarak, hem Pakistan’ın, hem de Çin’in nükleer imkân ve yetenekleri dikkate alındığında, söz konusu yakınlaşma ile birlikte ortaya ciddi bir nükleer güç çıkmaktadır ki; bu, hem Pakistan’a, hem de Çin’e (bu iki ülkenin lehine) yüksek bir caydırıcılık sağlayacaktır. Bu noktada, Batının Hindistan’ın daha önce gündeme gelen, ancak Batıda karşılık bulmayan nükleer taleplerinin son birkaç yıl içinde, beklenmedik bir şekilde Kanada ve Avustralya tarafından karşılanmış olması dikkati çekmektedir. Anlaşılmaktadır ki, hem Pakistan-Çin yakınlaşması nedeniyle bölgedeki nükleer denge bu iki aktör lehinde değişmeye başlamıştır, hem de Batı söz konusu dengeyi yeni koşullarda sağlama peşindedir.

Dokuzuncu olarak, Pakistan-Çin yakınlaşmasına bakarken görülmesi gereken bir başka husus da, varış noktası Hindistan olan bazı petrol ve doğal gaz hatlarının, ya Pakistan üzerinden ve/veya Pakistan’ın nüfuz alanından geçmesi ya da geçecek olmasıdır. Bu bağlamda üç hattan söz edilebilir: (i) Türkmenistan doğal gazını Afganistan ve Pakistan üzerinden Hindistan’a ulaştıran boru hattı; (ii) İran petrolünü ve doğal gazını Pakistan üzerinden Hindistan’a ulaştıran boru hattı; (iii) Orta Doğu petrolünü Derin Deniz Boru hattı ile Hindistan’a ulaştıran boru hattı. Bu boru hatları, sadece doğrudan Pakistan’a değil, Pakistan-Çin yakınlaşması üzerinden dolaylı olarak Çin’e de Hindistan üzerinde etkili olma ve baskı uygulama imkânı verecektir. Bu tabloda, Pakistan’ın Çin ile yakınlığının, Hindistan karşısında özellikle Pakistan’a avantaj sağlayacağını söylemek mümkündür. Boru hatları, çok yönlü olarak, Hindistan karşısında Pakistan diplomasisinin elini kuvvetlendirecektir.

Onuncu olarak, Şanghay İşbirliği Örgütü açısından bakıldığında, hem Pakistan’ın, hem de Hindistan’ın bu örgüt nezdinde “gözlemci” ülkeler olduğu görülür. Son birkaç yıldır, her iki ülkenin Şanghay İşbirliği Örgütü’ne “üye” kabul edilmesi ciddi olarak gündeme gelmektedir. Her iki ülkenin üyeliği, örgüt içi dengeler açısından son derece önemlidir. Pakistan-Çin ilişkilerinin güncel durumu nedeniyle, Pakistan sonraya bırakılarak Hindistan’ın üyeliğe kabul edilmesi, eğer böyle bir ihtimal varsa, zora girmiş olmakta ve bunun Çin’in işine geleceği değerlendirilmektedir. Çünkü eğer Hindistan ile Pakistan arasında yapılacak bir güç mukayesesinde Hindistan’ın başta nüfus olmak üzere birçok açıdan Pakistan’ın ilerisinde bulunduğu kabul edilir ise, Pakistan ile birlikte olsa bile, Batıya yaklaşmakta olan Hindistan’ın Şanghay İşbirliği Örgütü’ne kabul edilmesi Çin’in işine gelmeyecektir. İslamabad-Yeni Delhi arasındaki sorunlar, Çin’in Hindistan’ın örgüt üyeliğine olumlu yaklaşmamasının gerekçesi olabilecek; hatta Pakistan-Çin güncel yakınlığı nedeniyle, Çin’in bu yaklaşımı, büyük bir fedakarlık olarak nitelenebilecektir. Böyle bir durumda, Pakistan’ın Şanghay İşbirliği Örgütü’ne dâhil olmaktan umduğu yararları Çin üzerinden elde edebileceğini ya da belirtilen mülahaza ile Pakistan’ın üye olmasına karşı çıkabilecek Çin’in Pakistan’ın beklentilerini karşılamada sorumluluk duyacağını beklemek gerekir diye düşünülmektedir.

Pakistan-Çin yakınlaşmasına yukarıda sıralandığı şekilde anlam yüklemeleri yapılması, madalyonun sadece bir yüzünü dikkate almak gibidir. Ancak madalyonun bir de diğer yüzü vardır. Ve bu yüzünde de, hem Pakistan’ın, hem de Çin’in çıkarlarına hizmet eden söz konusu yakınlaşmanın hedefinde yer alan ülkelerin yapabilecekleri vardır. Yani söz konusu akınlaşmayı boşa çıkarmaya yönelik çabalar ortaya çıkabilecektir. Bu bağlamda da, aralarındaki yakın ilişki ve fiziki komşuluk nedeniyle ilk akla gelen, Pakistan’ın bugüne göre daha büyük bir istikrarsızlığa sürüklenmesi ve bunun Çin’e yansımasının kaçınılmaz görülmesi olmaktadır. Çin hariç, bu çalışmada ismi geçen diğer bütün aktörler, kaçınılmaz olarak Çin’e yansıyacağı için Pakistan’ın daha büyük istikrarsızlığa sürüklenmesini kendi çıkarlarına uygun göreceklerdir. Hatta görmekle kalmayacakları, bu yönde örtülü çaba içinde olacakları değerlendirilmektedir.

Sonuç olarak, Pakistan-Çin yakınlaşmasının her iki tarafa da ciddi yararlar sağlayacağından ve bunun, bölgesel ve küresel dengeler bağlamında her iki tarafın da işine geleceğinden şüphe duyulmamaktadır. Şüphe duyulan nokta, Çin’in Pakistan’ı “taşıyıp taşıyamayacağı” noktasında kendisini göstermektedir. Çin, Pakistan’ı taşıyabilir mi? Ya da Pakistan, Çin’in kendisini “taşımasına” teslim olur mu? Bu sorulardan hareket edildiğinde, Çin’in, Asya’nın doğusunda ve güneydoğusunda angaje olduğu sorunlar konusundaki değerlendirmesinde, bu sorunlar ile eş zamanlı olarak Pakistan’ı “taşıyıp taşıyamayacağını” da eklediğini varsaymak gerekecektir. Eğer “ekleyip” göze alabiliyorsa, bu, Çin’in ABD karşısında yeni bir kutup olduğu algısına gerçeklik kazandırabilecektir. Aksi takdirde, Çin’in “bölgesel güç” statüsüne geri dönüş yapması ve Hindistan ile aynı statüyü paylaşması söz konusu olabilecektir.

Sonuç ne olursa olsun, gelişmeler hangi yönde cereyan ederse etsin, bugün gelinen nokta nedeniyle, Pakistan-Çin ilişkilerinde görülmesi gereken önemli bir husus daha vardır. O da, 1962 yılında Pakistan’ın Çin lehine toprak terk etmesindeki “basiret-uzağı görüş/seziş”dir. Diplomasi, elbette ki günü değerlendirmeyi ve bundan yararlanmayı gerektirir; ancak diplomasinin, orta ve uzun vadeli bakışı ve buna göre hareket etmeyi daha çok gerektirdiğinden şüphe duyulmamaktadır. Devletlerin varlıklarını korumaları ve sürdürmeleri, konulara, olaylara ve gelişmelere bu bakış açısı yaklaşılmasına bağlıdır.

Prof. Dr. Osman Metin Öztürk
http://ascmer.org/pakistan-cin-guncel-iliskileri-ne-soyluyor/

  • Etiketler: Pakistan, Çin,Mao,İslamabad-Pekin,Tibet,Sincan-Uygur Özerk Bölgesi,Doğu Türkistan