Ekonomik kalkınma ile paralel olarak artan enerji ihtiyacı Çin’i dünyanın dört bir yanına savururken kadim Çin siyasetindeki dur-düşün ve anla söylemleri de ortadan kaybolmuşa benziyor. 

“Doğu” ve “Batı” kavramlarının oryantalist bir dil ile kurulmuş olduğu hatırlanırsa Çinlilerin Ortadoğu’yu neden “Batı Asya” olarak isimlendirdikleri de kısmen anlaşılmış olur. Ancak meselenin anlaşılmayan diğer tarafı belki de en can alıcı noktasıdır. Bir yandan, en azından söylemde, ABD’yi uluslararası sistemde dengeleme amacı güden Çin, diğer yandan da “medeniyet devleti”, “yumuşak güç” gibi kavramlarla veya kendi coğrafi söylemleriyle dengelemenin ötesinde bir alternatif güç imajını yaymaya çalışıyor.

Çin’i anlamaya çalışan analizler bu sorularla uğraşırken Çin’in başkenti Pekin’de yüksek oranda seyreden hava kirliliği sebebi ile kapalı ortamlardaki kirli havayı temizlemek için üretilen makineler şehrin elektronik marketlerinde yerini almaya başlamış durumda. Bu ay açıklanan nüfus verilerine göre ise Çin’de kentli nüfus ilk defa kırsal nüfusu geçerek 690 milyona ulaşmış. 18. Parti Kongre’sinde ise sosyal eşitsizlik sorunu gündemin ana maddesini oluşturacak. Bütün ekonomik göstergelerdeki iyileşmelere rağmen Çin içerideki kargaşaya dönüşebilecek ortamı iyi yönetmek zorunda. Bunun için üretilen temel çözüm önerisi bölgesel siyasette güven tesis eden, küresel siyasette işbirliğine açık bir dış politika söylemi geliştirmek.

Bundan yirmi yıl önce bir Kuzey Kore Lideri ölmüş olsaydı ya ABD’de ya da Çin’de bu durumdan azami ölçüde faydalanmak isteyen bir takım siyasi figürler hemen direksiyonun başına geçebilirdi. Ancak bugün bölgesel ve küresel dengeler o kadar hassas bir boyutta ki ne Çin ne ABD ne de bölgedeki güçlü ülkeler dengeleri sarsacak en ufak bir hamlede dahi bulunmuyorlar. Bu durumu Obama hükümetine bağlayanların yanı sıra, Çin’de de teknokrat liderlere ve liberal kalkınmacı kadrolara bağlayanlar var. Ancak hali hazırdaki dengelerin sarsılması için bölgede Tayvan veya Kuzey Kore, küresel siyasette İran veya İsrail gibi devletlerin irrasyonel hamleleri ortalığı ciddi anlamda karıştırabilir. Hem bölgede hem de küresel siyasette bundan kaçınmak için Çin’in diplomatik hamleleri oldukça kayda değer.

Körfez’de petrol siyaseti

Böyle bir yerel-küresel siyaset ortamında Çin başbakanı Wen Jiabao’nun yolu üç önemli körfez ülkesine düştü. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Qatar’a gerçekleştirilen ziyaretler Çin’in Ortadoğu siyasetinin sadece bir ayağını temsil ediyor. Ekonomik kalkınma ile paralel olarak artan enerji ihtiyacı Çin’i dünyanın dört bir yanına savururken kadim Çin siyasetindeki dur-düşün ve anla söylemleri de ortadan kaybolmuşa benziyor. Wen Jiabao Çin-Arap ülkeleri arasındaki ilişkilerde binlerce yıl öncesi yerine sadece 1950 yılından sonraki ilişkileri gündeme getirmesi “dört bin yıllık Çin tarihi” söylemlerine alışık olanlar için hayal kırıklığına yol açtı. Hâlbuki Ming hanedanlığı dönemindeki Okyanus seferlerini gerçekleştiren ve Amerika kıtasına gittiği iddia edilen Zheng He’dan başlayıp Hui ve Uygurlara kadar getirilebilecek siyasi ve kültürel bir bağ bulunabilirdi.

Bu bağ tabi ki bilinçli olarak gündeme getirilmiyor. Çünkü böyle bir evrensel dil kısa vadede Çin’in ne bölgede ne de küresel siyasette işine gelmiyor. Çin’in Afrika’da izlediği enerji-altyapı yatırımları ekseninde ilerleyen stratejisi bir bakıma körfez için de geçerli.

Suudi Arabistan’a 21 yıl sonra, Katar ve BAE’ne ise ilk defa bir Çinli başbakanın gelmesi bölgede heyecanla karşılandı. Suudi petrol devi ARAMCO ile 2014 yılında faaliyete geçmesi planlanan 8,5 milyar dolarlık ortak petrol arama anlaşması imzalanırken projenin yüzde onluk kısmının hali hazırda tamamlandığı kamuoyuna duyuruldu. Bu anlaşmaların Çin’in bölgesel ve küresel siyasette daha etkin bir şekilde rol almasını sağlayacak olması ise şimdilik meydan okuyucu bir dille açıklanmıyor. Daha çok bölgesel ve küresel barış dili enerji siyasetinin ardından gündeme getiriliyor.

Çin’in böyle bir meydan okuyucu dili şimdilik ertelemesinin arkasında yatan bir diğer etken de dış politikanın sadece ekonomik beklentilere odaklanmış olması. Bu anlamıyla “ticaret devleti”nin pür timsali olan Çin Halk Cumhuriyeti’nin Suriye ve Hürmüz boğazı sorunlarında yüksek sesle konuş(a)maması da kolaylıkla anlaşılıyor. Ancak bölgede neredeyse Rusya’dan bile daha az sesi çıkan bir Çin dış politikası ne anlama gelmektedir sorusu hala önemini koruyor. Bir yandan ekonomik çıkarları ve ABD’nin bölgedeki gücü dolayısı ile etkin bir dış politika sürdürülemediği iddia edilirken, diğer yandan ise Ortadoğu’nun kadim sorunlarında hep orta yol bir dil tutturmaya çalışan Çin’in sorun çözümünde arka planda etkili bir hegemon söyleme sahip olduğu iddia ediliyor.

Ortadoğu vs. Batı Asya

Ortadoğu siyasetinin körfez dışında kalan ülkeleri ile ideolojik bir dış politika söylemini yıllardan beri sürdüren Çin’in bu siyasetten vazgeçmediğini gösteren tek kanıt ABD ve AB ülkelerinin Suriye ve İran konusundaki sert tavırlarına karşı dengeleyici bir rol üstlenmesidir. Bu dengeleyici tavrın sert bir muhalefete dönüşüp dönüşmeyeceğini ise gelecekteki AB-ABD ve Çin ilişkileri belirleyecek.

AB ülkelerinin Çin’den beklediği krediye karşılık Çin’in öne sürdüğü şartlar AB’nin Türkiye’ye karşı ortaya koyduğu şartlardan daha çetin. Çin Avrupa borç krizinden dolayı kredi ihtiyacına karşı Avrupa’da yatırım kolaylıkları ve kota ayrıcalığı istiyor. Bu taleplere karşı AB’nin Çin’e sunabileceği fazla karşı argüman olmamasına rağmen AB siyaseti “onurlu” duruşundan hala taviz vermedi. Hillary Clinton’ın geçtiğimiz ay yeniden Asya-Pasifiğe dönmek konusundaki ısrarı ise kriz içindeki Avrupa siyaseti için fazla anlamlı değil. Asya-Pasifik ile doğrudan bir ilişki kuramayan Avrupa ABD gemisinin çizdiği rotayı anlama telaşında.

Çin ise bütün bu olup biten karşısında şekillendirmeye çalıştığı dış politikasının yeni bir dile ihtiyaç duyduğunun farkında. Wen Jiabao’nun Doha konuşması barışı, istikrarı ve işbirliğini vurgulasa da bu konuşmanın ve körfez gezisinin Hürmüz’deki gerilimden bağımsız olmadığı aşikar. İran ile olan ticareti ve enerji koridorlarının güvenliğini önemseyen Çin için Ortadoğu siyaseti ancak Asya’daki hareketlilik ve ilişki ağları ile çözülebilir. Bunun için de Çin’in “Batı Asya”sı ABD’nin “Ortadoğu”suna karşı sadece ekonomik bir mücadele veriyor. Türkiye gibi uzun bir 19.yy tecrübesine sahip olan Çin’in Türkiye’den farklı olarak yaşadığı kolonyal tecrübe yakasını hala bırakmıyor. Çin bu kolonyal tecrübeyi 20.yy milliyetçiliği ve batı-içi bir sistem eleştirisi olan Marksizm ile aşmaya çalıştı. Bugün ise ana akım siyasi söylemi benimserken hem tarihini hem de coğrafyasını yeniden okuyarak yeni bir strateji geliştiriyor. Ancak bu strateji Çin’in içinde ve bölgesinde yaşanan gelişmelerden bağımsız değil. Pekin’deki hava kirliliği Ortadoğu’daki ateş çemberinden daha az dumanlı değil.

 

Kadir Temiz/ Dünya Bülteni

http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=193609 

 

 

 

 

  • Etiketler: Çin,