Yazılı tarihin çok öncesine
giden ve yaygın bir iç içe geçmişlik içeren Çin-Türk ilişkileri, Çin’de birçok
ortak hanedanlık ve bölgesel Türk yönetimleri yarattı. İlişkiler, Çin
uygarlığını ileri sıçratan kavşaklardan biri olan M.Ö.9.yüzyılda yeni bir aşamaya
ulaştı. Tarım tekniklerini bilen, at yetiştiren ve gelişkin savaş arabaları
kullanan Türk boyları, Çin içlerine girerek; güneyde Yangzi Ciang ovasına,
kuzeyde Moğolistan’a dek yayıldılar. Başkent yaptıkları Finghao (bugünkü Şien)
ve Luoyi’de (bugünkü Luoyang) getirdikleri uygarlığı, kesintisiz biçimde
sürdürüp geliştirdiler. M.Ö.8. ve 7.yüzyıllarda değişik üretim biçimleri, yeni
demir ve cam teknikleri ortaya çıkardılar.
Ortak Tarih
Doğu Asya’da yaşayan
Çinlilerle Orta Asya’da yaşayan Türkler, tarih boyunca o denli yoğun bir ilişki
içinde olmuşlardır ki; bu yoğunluk, bu iki toplumun o yöredeki tarihini,
neredeyse ortak bir tarih durumuna getirmiştir. Sürekli ve karmaşık ilişkiler
ağı içinde, çok uzun dönemler boyunca ve sürekli olarak karşılıklı etkileşim
içinde olmuşlar; birbirleriyle çatışmış ya da uzlaşmışlar, tecim (ticaret) ya
da yağma yapmışlar, birbiri içinde erimiş ya da eritilmişler’dir.
Bilinmeyen Geçmiş
M.Ö.5000’lere dek giden
Çin-Türk ilişkileri, Türkiye’de bugüne dek gerçek boyutuyla ele alınmamıştır.
Cumhuriyet’e dek, özellikle Osmanlılar döneminde, yalnızca Çin-Türk ilişkileri
değil, Türk tarihinin hiçbir dönemi ele alınmamış ve çok büyük bir tarih
dönemi, yok sayılmış ve unutturulmuştur.
Ayrıca, Batıya bağlanmanın,
değişmeyen devlet politikası durumuna getirildiği günümüzde, Çin-Türk
ilişkilerine güncel boyutuyla da ilgi gösterilmemektedir. Japon Türkoloji
Profesörü Haya Shi Kayato, ilgisini çeken bu durum için şunları söylemiştir:
“Türkiye’nin çağdaşlaşmayla ilgili sorunlarına yanıt vermek için, Batı etkisine
girmeden önce Asya’daki kültürün en son duraklarına dek gidilmelidir.
Türkiye’de Çin’le ilgili hiçbir araştırma yok, bu çok tuhaf.” 1
Tarihi Yazmak
Çatışmalarla dolu uzun
dönemler boyunca, birbirlerinin uzlaşmaz karşıtları durumuna gelen toplumların,
kendi tarihlerini yazarken, yalnızca karşıtlarının aktardığı belgelere
dayanması; olayları gerçek boyutuyla ele alıp yorumlayamaması, işin başında
kendi tarihine sahip çıkmaması demektir. Günümüz tarihini yazanlar, örneğin
Yunanlı tarihçiler olacaksa, ilerde tarihi bunlardan öğrenecek olanlar,
özellikle Türkler’e karşı nesnel olmayan bir tarihle karşılaşacaklardır.
Yunanlı bir tarihçi,
Türklere karşı ne denli nesnel olabilirse, eski Çin tarihçileri de o denli
nesneldirler. Oysa tarihin en eski dönemlerine dek uzanan ve incelenmeyi
bekleyen, çok geniş bir yazılı Türk tarihi vardır ve bu tarihi ne yazık ki
Türkler’den çok başkaları incelemiştir.
Bulgular
1923 yılında, bugünkü Çin’in
kuzeyinde yer alan Scara-uso-yol’da yapılan kazılarda, Çin Türk ilişkilerinin
geçmişini aydınlatan çok önemli bulgular ortaya çıkarıldı. Geç Yontma Taş
dönemine ait bulgular; Scara-uso-yol’da kullanılan taş aletlere dayalı ilkel
üretim (chopping-tool sanayi) ile Orta-Asya Gobi mikrolitik kültür (tarih
öncesi alet kültürü) arasında, ortak özelliklere dayanan bir geçiş döneminin
yaşandığını ortaya çıkarmıştır. Aynı tür bulgular, 1958 Şansi ve 1960 Hunan
kazılarında da bulunmuştur. Orta Yontma Taş (mezolitik) döneminde alete dayalı
üretimi bilmeyen Çinliler’in, bu endüstriyi, tarla açıcı ormancılar kültüründen
yani Orta-Asya’dan aldıkları ve sivri uçlu taş geleneğine bağlı kalarak bu
aletleri kullandıkları görülmüştür. 2
Kuzey Çin’e Gelenler
Yenitaş Çağı’nın
başlangıcında Kuzey Çin, Baykal’da doğup, tüm Doğu Sibirya ve Doğu Asya’ya
yayılan geniş bir uygarlığın etkisine girdi. Gelenler, daha gelişkin olmanın
sağladığı üstünlükle, Kuzey Çin’de egemenlik alanları yaratıp hanedanlıklar
kurdular; zamanla bölgenin yerli halkı (otokton) oldular.
Milattan 2200 yıl önce
Kansu’da hanedanlık kuran Hiyalar, Yinler, Çeular ve T’sinler bunlardan bir
bölümüydü. Batılı Çin tarihçilerinden Richthofen, bu dört boyun Batıdan, yani
Türkistan’dan geldiğini söylemiş 3 ve
son kazılar bu bilgiyi doğrulamıştır.
Batıdan gelenler, birbiri
üzerine binen göç dalgalarıyla bu geniş coğrafyaya yayıldılar ve bölgede ileri
bir uygarlığın başlatıcısı oldular. Kuzey’de Urallar, İskandinavya, Mançurya ve
Kore’de orman kültürü; Orta Kuzey Asya’da Moğollar, Ordos ve Batı Mançurya’da
mikrolitik kültür; Doğu Asya’da, Orta ve Doğu Çin’de tarım kültürü ve Doğu Asya
kıyılarında Sibirya’dan Japonya’ya dek kıyı kültürü ortaya çıktı. Çin uygarlığı
bu kültürlerin üzerinde ve onların etkilerini taşıyarak gelişip güçlendi. 4
Yazılı tarihin çok öncesine
giden ve yaygın bir iç içe geçmişlik içeren Çin-Türk ilişkileri, Çin’de birçok
ortak hanedanlık ve bölgesel Türk yönetimleri yarattı. İlişkiler, Çin
uygarlığını ileri sıçratan kavşaklardan biri olan M.Ö.9.yüzyılda yeni bir aşamaya
ulaştı. Tarım tekniklerini bilen, at yetiştiren ve gelişkin savaş arabaları
kullanan Türk boyları, Çin içlerine girerek; güneyde Yangzi Ciang ovasına,
kuzeyde Moğolistan’a dek yayıldılar. Başkent yaptıkları Finghao (bugünkü Şien)
ve Luoyi’de (bugünkü Luoyang) getirdikleri uygarlığı, kesintisiz biçimde
sürdürüp geliştirdiler. M.Ö.8. ve 7.yüzyıllarda değişik üretim biçimleri, yeni
demir ve cam teknikleri ortaya çıkardılar.5
Mete ve Çin
Hun Hakanı Mete (Çin dilinde
Mao-Dun) M.Ö. 2. yüzyılda Çin’e iki büyük sefer düzenledi ve Çin ordusunu iki
kez yenilgiye uğrattı. Önünde hiçbir engel kalmamasına karşın, Çin’in tümünü
ele geçirmedi; İmparator Kaotsu’yu düzenli vergi ve gıda ürünü ödemeye
bağlayarak yerinde tuttu. Uygur, Ding-ling, Yüeci, Usun, Kırgız, Karluk gibi
Orta-Asya boylarını egemenliği altına alarak; Hazar’dan Büyük Okyanusa,
Tibet’ten Sibirya’ya uzanan, Kuzey Çin’i içine alan, büyük bir imparatorluk
kurdu.
Mete’nin, hiçbir dirençle
karşılaşmadan elde edebilecekken Çin’e girmemesinin kuşkusuz bir nedeni vardı.
Binlerce yıl süren ilişkiler ağı içinde, üstelik uygarlık taşıyıcıları
olmalarına karşın, Türkler, Çin içinde kimlik değişimine uğramışlar; Türk
olmayan, Çinli de olmayan, belki her ikisi birden olan ya da hiçbiri olmayan ve
bugün üst kimliği Çinlilik olan yapı içinde zamanla eriyip gitmişlerdi.
Yalnızca Türkler’le değil,
yüzlerce kavim ya da boyun binlerce yıl içinde karşılıklı erimeleri ya da
eritmeleriyle oluşan Çin, çok eski dönemlerden beri, kavim eritici bir makina
gibi çalışmıştı; Mete, Çin’e bu nedenle girmemişti.
Türk İmparator
Mete’den beş yüz yıl sonra,
M.S.3.yüzyıl başında; 19 Hun boyunu birleştiren ve Mete soyundan gelmesine
karşın kendisine bir Çin adı alan, Şansi’li bir Türk olan Liu-Yuan, Çin
İmparatoru oldu.
Liu-Yuan’ın İmparator adayı
olması, Mete’nin, Çin Han sülalesinin ilk imparatoruyla imzaladığı ve iki halkı
kardeş sayan bir anlaşmaya dayandırılmıştı. Liu-Yuan, Mete’den beri Türkler’in,
“Çin’li prenseslerle evlendikleri için” Çin hükümdar soyu ile “eskiden beri”
akraba olduğunu söylüyor ve Çin tahtını kendisi için “doğal bir hak” olarak
görüyordu.
Liu-Yuan, M.S.316’da Çin
İmparatoru oldu ve 581 yılına dek sürecek olan Altı Hanedan Dönemi’ni başlattı.
Kimi tarihçiler, önemli oranda Çinlileşmesine karşın, nüfus olarak küçük bir
azınlığı oluşturan “yabancı bir unsur” un, İmparator olabilmesini şaşırtıcı
bulur. Bu yanılgı, Türk-Çin ilişkilerinin niteliğini ve geçmişini bilmemekten
ya da bilmek istememekten kaynaklanan ve Türk karşıtlığının beslediği bilinçli
bir şaşırmadır.
İşin doğrusunu, Çin tarihi
ve eski Türk devletleri üzerine yaptığı araştırmalarıyla ünlü Prof.Eberhard şu
değerlendirme ile ortaya koymuştur: “...(Türkler y.n.) Çin tahtına yabancı
olarak değil anlaşma ve akrabalığa dayanarak, Han sülalesinin yasal ardılları
olarak geçiyorlardı. Onlar artık Mete’nin devletini yani göçebe Hun devletini
yeniden kurmak değil, Çin hükümdarları olmak istiyorlardı...” 6
Kimlik Koruma
Türk boylarının değişik
dönemlerde kimliklerini yitirerek Çinlileşmesi, pek çok Türk yöneticisi için
her zaman, önlem alınması gereken yaşamsal bir çekince ve sürekli bir kuşku
kaynağı olmuştur.
Türk boylarında, kimliğini
koruma, değerlerine sahip çıkma ya da yabancılaşmadan sakınma, etkisi günümüze
dek gelen tarihsel bir gelenek ve ulusal bir tavırdır. Karşılarında hiçbir
askeri güç kalmamışken; Mete Çin’e, Timur Hindistan’a bu nedenle girmemiştir.
Göktürk Hakanı Bilge Kagan, sürekli olarak, “Çin’le ticaretin
geliştirilmesini”, ancak yerleşme konusunda ondan uzak durulmasını söylemişti.
“Türk budun ertin ökün” (Türk titre ve kendine dön) ya da “Ötüken’den ayrılma”
derken; kimliğin korunmasını, yabancılaşma ve kültürel yozlaşmaya izin
verilmemesini istiyordu. Bilge Kagan bu konuda şunları söylüyordu: “Ötüken’de
oturup Çin budunu (kavim, milliyet) ile anlaştım. Altını, gümüşü, ipeği,
ipekliyi sıkıntısız öylece veriyor. Oradaki kötü kişi şöyle öğretiyormuş: Uzak
ise kötü mal ver, yakın ise iyi mal ver. O yere yakın kalırsan, Türk budunu
öleceksin. Ötüken ’de yerinde oturup kervan, kafile gönderirsen, hiç bir
sıkıntın olmayacaktır.” 7
Hunlar
Çinlilerin Hyungnu adını
verdiği Asya Hun İmparatorluğu’nun M.S.3.yüzyılda dağılmasıyla, Çin’e yönelen
Türk akınları yoğunlaştı ve önemli bir Türk nüfus, Çin Seddi içersine özellikle
Şansi eyaletine yerleşti. Bunlardan Çao’lar, 305’te Şanşi’yi, 311’de de başkent
Lo-Yang’ı ele geçirdiler ve 328’de Çao adlı bir devlet kurarak Çin’de yeni bir
Türk yönetim dönemi başlattılar.
Liu-Yuan yönetimindeki bir
Hun boyu; Şenşi, Pecili, Hunan ve Şansi eyaletlerini kapsayan Hun Devleti’ni
(M.S. 305-328) kurdu. Ordaş bölgesinde kurulan Hiya Devleti ise (407-431) bu
dönemde kurulan bir başka Türk devletiydi. 8
Topalar
Kuzey Türklerinden Topalar
(Tabgaçkur), 3.yüzyıla doğru güneye indiler ve 4.yüzyılın sonlarına dek, daha
önce kurulmuş olan Türk devletlerini ortadan kaldırdılar; Kuzey Çin’in tümünde
siyasi birliği sağlayan ve uzun süre ayakta kalan (M.S.386-581) bir devlet daha
kurdular.
Çin tarihinde iz bırakan bu
devlet, Göktürkler ’e dek Asya’nın en güçlü devleti oldu. 9 Topaların yaptığı, Türk tarihinde birçok kez
yaşanmış olan genel kuralın hemen aynısıydı. Daha önce göçüp göç yolu üzerinde
yerleşen Türkler, arkadan gelenleri engellediğinde onlar tarafından yenilmiş ve
devletleri yıkılmıştı. Bu genel kural değişmeyecek ve Topalar da, gelişme
isteklerine engel olduğu başka Türk boyları tarafından ilerde yıkılacaktı.
Topalar Kuzey Çin’de siyasi
birliği sağladıktan sonra, ülke ekonomisini geliştirmeyi ve dengeli bir yapıya
kavuşturmayı başardılar. Orta Asya ticaret yollarını ele geçirdiler ve büyük
bir ticari canlanma sağladılar, kent yaşamını geliştirdiler; kentler, köyler ve
yeni yerleşim birimleri kurdular; kültür ve sanatın gelişip yayılmasına önem
verdiler, dünyaca tanınan Yungang ve Longmen mağara tapınaklarındaki ünlü Topa
heykellerini yaptılar.
Topaların Toprak Düzeni
Topaların Çin’e yaptığı en
büyük katkı, yüzyıllardır çözümsüz bir duruma gelen toprak sorununu,
Orta-Asya’dan getirdikleri yöntemlerle çözmeleriydi.
Topa uygulaması şöyleydi:
Toprağın tümü imparatorundu. Bu toprağın tarıma elverişli bölümleri eşit
parçalara bölünüyor ve her yetişkin erkeğe işlemesi için veriliyordu. İşletici
ölünce toprak imparatora geçiyor, o da bir başkasına veriyordu. Böylece bir
yandan toprağın eşit dağılımı sağlanıyor, bir başka yandan, daha önce hemen
hepsi özerk olan toprak beyleri güçsüzleştirilerek merkezi devletin buyruğu
altına alınıyordu. 10
Topaların uyguladığı toprak
düzeni, Orta Asya’dan Selçuklular’a oradan da Osmanlılar’a geçecek olan miri
toprak düzeni’nin hemen aynısıydı.
Kültürel Erime ve Yokolma
Topalar, yüksek kültür
isteyen bu işleri yaparken, Osmanlılarda olduğu gibi, imparatorluğu
hanedanlığın mülkü olarak gören yönetici bir sınıf yarattılar. Kendi halkıyla
arasında oluşan güvensizlik; onları zorunlu olarak, Çin bürokrasisiyle
çalışmaya yöneltti. Yönelmenin sonucu ise doğal olarak Çinlileşme oldu.
Türklerle Çinliler arasında
evlilik özendirildi. İmparatorluk ailesinin hemen tüm bireyleri ve birçok soylu
aile, Türkçe adları bırakarak kendilerine Çince soyadlar aldılar. Türkçe
konuşmak, Türk gibi giyinmek yasaklandı. 11
Çin kültür ve eğitimi İmparatorluğun her yöresine yayıldı. 12 Çin kültürünü, Türk olarak Çin’e, hem de etkin
bir biçimde yayarken uzun Çin tarihinin herhalde en ilginç sayfasını
oluşturdular. Türkler aynı beceriyi ilerde Arap ya da Fars kültürlerini ve
dillerini yaymada da göstereceklerdir.
Uygulanan politikalar, kendi
içinde Topa devletinin sonunu da hazırlamış oldu. Asal unsurunun yani Türk
unsurun desteğini yitiren yönetim, doğal olarak gücünü de yitirdi. Uygulamalara
karşı çıkan Türk boyları ayaklandı ve Topa egemenliğine son verdi; Türk
devletlerini yıkarak kurulan Türk devleti, daha sonra yine Türkler tarafından
ortadan kaldırıldı. 13
Şatolar
Çin’de, Topalar’dan sonra da
değişik dönemlerde ve değişik büyüklükte birçok Türk devleti daha kuruldu. Kimi
Çin bölgeleri kendi istekleriyle çevredeki Türk devletlerine katıldı. Topa
devletinin yıkılmasıyla yönetimi ele geçiren Tang hanedanlığının başında, Topa
komutanlarından Liu-Yuan vardı; 7.yüzyıl sonlarında; Kaşgar, Hotan, Yarkant,
Kuça bölgeleri ve İli Türkleri, Çin’den ayrılarak Göktürkler’e katıldı; Orhon
Türkleri 682’de Kutluhan yönetiminde bağımsızlık ilan etti. 14
Kimliğini yitirmeden uzun
süre Çin’de yaşayan Şato adlı Türk boyu, 8.yüzyıldan sonra, Çin’deki etkisini
arttırmaya başladı. O dönemdeki köylü ayaklanmalarıyla başedemeyen İmparator,
Şatolar’dan yardım istedi. Ayaklanmaları bastıran ve Çin’de yaşadıkları için
zaten belirli bir etkiye sahip olan Şatolar, bu çağrı üzerine İmparatorluk
üzerindeki etkilerini arttırdılar.
28 yaşındaki genç Şato şefi
L’i K’o-Yung, 884’de son ayaklanma odaklarını da yok etti ve bakan olarak
İmparatorluk hükümetine girdi. Önce Şensi eyaletini, kısa süre sonra Çin’i
yönetir duruma geldi, yani İmparator oldu. T’ang sülalesi, hizmetine girdiği
Şatolar’a kendi soyadlarını verdiği için, Şato soyu, daha sonra T’ang adını
aldı.
Orta Asya geleneklerinden
hemen kopmayan Şato soyluları ile geleneksel Çin bürokrasisi arasında uzun
süren bir gerilim ve çelişki yaşandı. Örneğin Çin tarihçileri, Çin İmparatoru
Mingtsong’tan barbar kökenli olarak söz eder. Mingtsong’un en yakın adamı Orta
Asya’dan gelme K’ang Fou’dur. Çin kaynakları o dönem için, “İmparator ve
yakınları aralarında barbar dili konuşurlar” buna “Çinli yüksek memurlar çok
şaşarlar” der. 15
“Uygarlık Profesörleri;
Uygurlar”
Fransız doğubilimci ve
tarihçisi René Grousset’nin “Türk devletlerinin uygarlık profesörleri” adını
taktığı Uygurlar 16 , Çin üzerinde önemli etki yaratan ancak günümüze dek
Çinlileşmeyen bir Türk boyudur.
Uygurlar, 8.yüzyılda;
Yenisey Irmağı kaynağından Kırgız sıradağlarına, Kuzeydeki Takas bölgesinden
Sarı Irmak kavisine dek, hemen tüm Orta Asya’yı kapsayan bir devlet kurdular.
İyi işleyen bir yönetim yapıları ve güçlü bir orduları vardı. Çin’le, ona
yardım etme düzeyinde ilişkiler kurdular. Kendisine karşı ayaklananları
bastıramayan İmparatorun çağrısı üzerine, 757’de ayaklanmaları bastırdılar ve
Çin devletiyle hanedanın devamlılığını sağladılar. Çin’le ticareti
geliştirdiler. Kültürlerini Çin içinde yayarken, oradan edindikleri bilgi ve
teknolojiyi kendi kültürleriyle bütünleştirdiler, başka Türk boyları içinde
yaydılar. René Grousset’in tanımını hak edecek biçimde, Batı Çin ve Doğu
Türkistan’da yüksek bir uygarlık geliştirdiler.
Moğol İmparatorluğu
Batılı tarihçilerin büyük
çoğunluğu, Cengiz Han’ın kurduğu İmparatorluğu Moğol İmparatorluğu olarak kabul
eder. Batılıların bir bölümü ve Türk tarihçiler ise, Cengiz Han ordusunun
“asker ve komutanlarının yüzde 90’ının Türk olmasını” gerekçe göstererek, bu
devletin gerçekte bir Türk devleti ya da Türk-Moğol devleti sayılması
gerektiğini söyler. 17 Fransız tarihçi
René Grousset, bu imparatorluğun “ilk gününden sonuna dek Türk unsurunun her
zaman Moğol unsuruna üstün durumda olduğunu” kabul eder. 18
Cengiz Han’ın Başvekili Dede
Tunca Türktü. Özellikle Çin’e sefer yapan orduların üst düzey komutanları ile
bilim adamlarının büyük çoğunluğu da Türktü. Çin seferlerinin hemen tümünde
başkumandanlık yapan Bayan ve Kubilay’ın ünlü komutanı Ali Yaya birer Uygur
Türküydü. Cengiz Han ordusunda; köprü kurmak, mancınık yapmak, silah teknikleri
geliştirmek gibi işleri Uygur mühendisleri yapardı. Ayrıca Çin İmparatoru
Uygurlu bilim adamlarını, Çin haritasını çıkarmak için çağırıyor, ordu
hizmetleri dışında; okullar ve kütüphaneler açmak, nehir taşımacılığını
geliştirmek, kent içi ve dışı yollar yapmak gibi konularda onlardan
yararlanıyordu. 19
Bu girişimler, Türk-Çin
ilişkilerinin, fetihler ve devlet kurma dışında, bilimsel-teknolojik boyutunun
da bulunduğunu gösteren örneklerdir. Türkler Çin’i, Uygurlar başta olmak üzere
değişik boylarıyla dolaysız, Moğollar aracılığıyla da dolaylı olarak sürekli
etkilemişlerdir.
Profesyonel Komutanlar
Türkler, belirli dönemlerde
Çin İmparatorlarına, “ödünç askeri birlik” ler vererek, onlar adına savaşlara
katılmışlar ve “yetenekli” kimi Türk komutanlar, “hizmetlerinin karşılığı
olarak” Çin’den değişik “ünvanlar” ya da “ücretler” almıştır.
Bu işi, salt ünvan ya da
para için yapanlar olsa da, bu tür ilişkiler genel olarak Çin’e egemen olma
isteğinin bir parçası olarak görülmüş ve başka dönemlerde başka ülkelere karşı
da kullanılmıştır. Örneğin Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküş sürecini başlatan
Attila, bu anlayışla Roma’dan, para ve gıda yanında “Roma Ordusu Generali”
ünvanını da almıştı.
Çinliler, Cengiz Han’a
“Sınır Koruyucu Komutan” payesi vermişlerdi. “Uygarlığa Uyan Kağan”, “Çin’in
Batısını Koruyan General”, “Uygarlığı Seven Komutan” gibi tanımlar; Çinliler’in
Türk kağan, prens ya da komutanlarına verdiği ünvanlardı. 20
Kubilay ve Yüen Hanedanlığı
Cengiz Han’ın torunu
Kubilay, 1280’de Çin İmparatoru oldu ve 1368’e dek süren, Çinliler’in Yüen
adını verdiği hanedanı kurdu. Kubilay dönemi, Çin’in hızla geliştiği en parlak
dönemlerinden biri oldu.
Bu dönemde, Avrupa’dan
Pasifik’e dek ulaşım güvenliğinin sağlandığı çok geniş bir alanda ticaret
olağanüstü gelişti. Kubilay, siyasi birliği sağladıktan hemen sonra yolları
onarttı, yenilerini açtı. Onarttığı ya da yeni yaptırdığı yolların iki yanına
kesinlikle ağaç diktirtti. Yol boylarında tecimenlerin (tüccarların)
yararlanacağı konaklama merkezleri yaptırdı.
Dönemini aşan bir kent planı
anlayışıyla Hanbalık kentini yani bugünkü Pekin’i kurdu. Kuzey’den getirdiği
posta düzenini geliştirip yaygınlaştırdı ve Çin’i o dönemde dünyanın iletişimi
en gelişkin ülkesi yaptı. Posta örgütünde tam 200 bin at kullanılıyordu. 21
Çin’in ünlü Büyük Kanal’ı,
günümüzdeki biçimiyle Kubilay döneminde yapıldı. Uygur’dan, her alanda
konusunda uzmanlaşmış bilim adamları ve ustalar getirtildi. Bunlar içinde
Maliye Bakanı Şemsettin Ömer, dünyada ilk kez; “ülke içinde belirli bir değerle
dolaşımda (tedavülde) kalan kağıt para” yöntemini geliştirdi. Bu paralar;
Kanton’dan Trabzon’a, Pekin’den Bağdat’a dek çok geniş bir bölgede kullanıldı
ve “altın değeriyle” işlem gördü. Bu paralar için ünlü gezgin Marco Polo
(1254-1324) anılarında şunları yazmıştır: “Kağıt paraları herkes memnuniyetle
alıyor, zira Büyük Han’ın ülkesi içinde her nereye gidilse alıcılar ve
satıcılar arasında bunlar saf altın değeriyle alınıp veriliyor.” 22