• 20.02.2019
  • 1323 defa okundu

Türk Dünyası’nın gözden uzak, gönülden ırak diyarları Doğu Türkistan….
Doğusunda Çin, batısında Rus zulmü altında ezilen 1.824.418 Km2’lik alana sahip ve 25 milyondan fazla Türk nüfusu ile koskoca ama “Türk ve İslam Dünyasının sağır, Amerika’nın kör, Avrupa’nın duyarsız kaldığı Doğu Türkistan…”

300 yıldır yaşanılan vahşeti tanımlamaya hiçbir tasvirin kâfi gelmediği Doğu Türkistan… 
Tarihi süreç incelendiğinde Doğu Türkistan; Hun, Tabgaç, Göktürk, Uygur ve Karahanlı Türk devletleri ile Cengiz Han ve Çağatay Hanlığı’nın hüküm sürdüğü kadim bir Türk yurdudur. Aynı zamanda Kaşgarlı Mahmud’u, Yusuf Has Hâcib’i 920-958 yılları arasındaki Karahanlılar’ın ilk Müslüman Türk Hakanı Abdülkerim Satuk Buğra Han’ı da yetiştirmiş öz beöz Türk toprağıdır. Fakat 18. yüzyıldan itibaren Rus ve Çin’in genişleme ve yayılma politikaları ile işgal edilmeye başlanmıştır.

İstilalara karşı çıkan Doğu Türkistan Türklerinin onlarca defa ayaklanması sonucu elde edebildikleri 1863, 1933 ve 1944 yıllarındaki bağımsızlıkları maalesef uzun ömürlü olamamıştır. 
Hokand Hanlığı’nın çeşitli kademelerinde bulunan Tacik Türklerinden Mehmet Yakup Bey; Kaşgar, Hoten ve Yarkent’i Çin işgalinden kurtararak batıda Rus, Doğuda Çin ve güneyinde Hindistan’ı işgal etmiş olan İngilizlerin ortasında 1863’te Doğu Türkistan İslam Devleti’ni kurmayı başarmış ve Osmanlı, İngiltere ve Rusya tarafından resmen tanınmıştır. Bu devletin diplomatik ilişkilerini geliştirmeyi başaran Yakup Bey 1872 yılında Sultan Abdülaziz’e göndermiş olduğu bir heyet ile Osmanlı Devleti’ne tabi olduğunu bildirmiştir. Osmanlı Devleti tarafından mühimmat yardımı yapılmış ve heyet ile birlikte Osmanlı Subayları da gönderilmiştir.

Büyük kutlamaların yapılması ile birlikte gönderlere Osmanlı Bayrakları çekilmiş, Sultan Abdülaziz adına hutbe okutulup, adına para basılmasıyla Osmanlı tabiiyeti de başlamış ve Yakup Bey fiilen Osmanlı Emiri unvanına sahip olmuştur. Fakat 1876’da Çin-Mançu Devleti işgalinin ardından 1884 yılında Sincan adıyla tekrar Çin’e bağlanmıştır. 
1933 yılında Kaşgar’da tekrar bağımsızlığını elde eden Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’nin ömrü 1937’de son bulmuştur. Osman Batur’un eşsiz mücadelesi ile 1944 yılında bir kez daha Bağımsız Doğu Türkistan Cumhuriyeti kurulmuş olsa da bu defa 1949’da Çin’de yaşanan Mao’nun iktidarı ile maalesef yine bağımsızlığını kaybetmek durumunda kalmıştır. 8 Ağustos 1952 yılında Çin tarafından on muhtar bölgeye ayrılan Doğu Türkistan Xinjiang (Sincan/Uygur) Özerk Bölgesi adıyla Çin idaresindeki konumu tekrar belirlenmiştir. 
Çin’in ilk işgal hareketlerinden itibaren başlattığı katliam ve soykırım uygulamaları günümüze kadar değişik yöntemlerle süregelmiştir. Çeşitli kaynaklarda Çin’in son işgal harekâtı dönemi olan 1949’da 10 milyon Doğu Türkistanlının katledildiği değerlendirilmektedir. Ayrıca 1952 yılında çoğunluğu kanaat önderi, alim ve din adamlarından oluşan 120 bin Türk evladı idam ettirilmiş, ardından demografik yapının değiştirilmesine hız ve öncelik verilmiş ve Çin’in çalışmaları maalesef sonuç vermiştir. Zira 1953’te %75 olan Türk nüfusunun oranı 2000’de %40’a düşerken, %6 olan Çinli oranı %45’e çıkmıştır. 

Yıllardır zulme maruz kalan Doğu Türkistan Uygur Türklerinin yaşadıkları maalesef uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmemektedir. Fakat İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi ülkeler ile Türk Cumhuriyetleri ve akraba topluluklarından da bir tepki gelmemesi olayın en acı tarafını teşkil etmektedir. Türkiye dışında Doğu Türkistan ile ilgilenen olmadığı görülmektedir. Türkiye’nin; Doğu Türkistan, Suriye, Filistin, Gazze, Somali, Arakan ve Balkanlar başta olmak üzere mazlum milletlere sahip çıkması imparatorluk geleneğinden de kaynaklı olarak genetik kodlarının gereğidir.

Fakat İslam ülkelerinin Doğu Türkistan ile birlikte Filistin meselesine, Suriye olaylarına, Mısır ve Irak’ta yaşanan olaylara uluslararası kamuoyu önündeki tepkisizliğini tarih elbette ki yazacaktır. İstisna olarak Malezya ve Endonezya’nın sınırlı olarak kalsa da Çin zulmünü kınayan ve Doğu Türkistan’a destek açıklamaları olduğu bir kenara not edilmelidir. 
İslam ve Türk devletleri sessiz kalırken başta Amerika Birleşik Devletleri (ABD) olmak üzere, Almanya, Fransa ve İngiltere’nin Uygur diasporasına sözde destekleri ve ev sahiplikleri Çin pazarından pay alabilmek için yeri geldiğinde koz olarak ileri sürüldüğü, konuyu takip eden dikkatli gözlerden kaçmamaktadır.

Çin zulmüne direnen Doğu Türkistan’ın özgürlük mücadelesi sürerken, Dünya Uygur Kurultayı adıyla örgütlendikleri ve seslerini duyurmaya çalıştıkları görülmektedir. En popüler liderlerinden olan ve maalesef Türkiye’nin sığınma izni vermediği Rabia Kadir’e 2004 yılında Norveç tarafından ‘Rafto Barış Ödülü’ verilmiştir. ABD’nin Virginia eyaleti Fairfax şehrinde yaşayan Rabia Kadir, 2006’da Dünya Uygur Konferansı Başkanı olmuş ve aynı yıl Nobel Barış ödülüne de aday gösterilmiştir. 

Dünya Müslüman Âlimler Birliği adıyla örgütlenmiş olan teşkilatında Çin’de Müslümanlara karşı uygulanan zulmün ve haksızlığın tehlikelerine dikkat çeken tedbir tavsiyelerinden öte bir gayreti olmazken, Ağustos 2016’dan beri Çin’in konvansiyonel usullerle son teknolojiyi harmanlayarak Doğu Türkistan’ın bir “istihbarat laboratuvarı”na dönüştürüldüğünün, zaman zaman uluslararası basın kuruluşlarında yer aldığı görülmektedir. 
Akıl almaz işkencelere, kısırlaştırma operasyonlarına, Temmuz 2009’da binlerce insanın katledildiği Urumçi Katliamı örneğinde olduğu gibi kitlesel katliamlara, Çin içlerine zorla götürülen Türk kızlarının gayri ahlaki yerlerde zorla çalıştırılması, her eve bir Çinli erkek yerleştirme gibi kabul edilmesi mümkün olmayan olaylar yaşanmaktadır. 

Cadde, sokak ve kapalı alanlarda yüz tarama sistemi, cep telefonları, bilgisayar, banka ve alışveriş kartlarına zorla yükletilen takip programları gibi yöntemlerle göz altında tutulan Uygur Türklerine bu yöntemlere ek olarak 12-65 yaş aralığındaki herkesin kan grupları, DNA ve parmak izi arşivleri oluşturularak günlük faaliyetlerin izlendiği, kimin kiminle evleneceği, kaç çocuk yapabilecekleri, kıyafetleri, eğitim müfredatlarının tespiti ve dahi ayrıca Çin rejimince öldürülenlerin cenazelerinde ağlanılamayacağı gibi deccalı dahi masum kılacak akıl dışı uygulamalar yaşanmaktadır. Halen yaklaşık 3 milyon kişinin “eğitim ve spor kampı” adıyla toplama kamplarında işkence ve asimilasyon uygulamalarına rağmen Uygur Türkleri ölümüne direnmektedirler.
Bulgaristan’ın 1989 öncesi dönemde Türklere uyguladığı gibi Çin’in de Uygur Türklerine ait mezar taşlarında yer alan dini yazıları kaldırtarak, yerine Han Çincesi ile yazılmasını zorunlu hale getirdiği, ayrıca Müslümanları dini eğitimden menetmeye, dine inanmama, ahitleri imzalamaya zorlama gibi uygulamalar yaptıkları görülmektedir. 

Güney, Orta ve Batı Asya bölgelerinde faaliyet gösteren birçok uluslararası örgüt ile işbirliği içerisinde olan Doğu Türkistan İslami Hareketi adıyla örgütlenen bir kısım Doğu Türkistan Türklerinin Çin’in Nazi zulmünü aratmayan uygulamalarına karşı mücadeleleri Çin ve Rusya ile Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) tarafından da tehlike olarak algılanmaktadır. Bu örgütün mücadelelerinin çarpıtılarak, uygulanan devlet terörünün uluslararası kamuoyuna “radikal terör örgütleriyle mücadele” gibi yansıtıldığı görülmektedir.

Sonuç Olarak;
Yeryüzündeki Türk Dünyası’nın ve bütün mazlum milletlerin doğal hamisi rolünü üstlenen Türkiye, tarihin her döneminde aynı şekilde davranan Türk Devletleri’nin varisi olduğunu göstermiştir. Fakat siyasi ve ekonomik durumu oranında hamilik yapabileceği unutulmaması gereken Türkiye’nin, Çin ile ikili ilişkileri gereği zaman zaman maalesef istenilen kadar sert çıkışlar sergileyemediği görülmektedir. Çünkü uzun yıllar PKK terör örgütü ile mücadele eden Türkiye’nin, Ege ve Kıbrıs Sorunları nedeniyle Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimiyle ve bir de Suriye olaylarıyla uğraşırken, Birleşmiş Milletler daimî üyesi Çin ile siyaseten denge politikası geliştirmek durumunda olduğu da bir gerçektir. Uluslararası reel politika gereği Türkiye’nin de iç siyaseti ile uluslararası politikalarında takip etmesi gereken hususlar vardır.

Türkiye, yaşanan süreçte Rusya ve İran ile birlikte Çin ile de iyi ilişkiler geliştirmek durumundadır. Fakat karar alıcı mekanizmalar tarafından Çin çok iyi etüt edilmelidir. Çin ile iyi ilişkiler geliştirilirken hangi yöntemler vasıtasıyla, hangi siyasetle Doğu Türkistan bölgesindeki zulmünün de durdurulabileceği ince ayrıntılarıyla tespit edilmelidir. Çünkü Türkiye dışında, başta İslam İşbirliği Teşkilatı ve Türk Dünyası olmak üzere bütün dünya üç maymunu oynarken, Doğu Türkistan’da sadece Uygur Türkleri değil insanlık katledilmektedir.
Doğu Türkistan Çin zulmü altında can verip, kan ağlarken; Gök Bayrağın rengi Uygur Türklerinin kanıyla Türk Bayrağı gibi Al Bayrağa dönüşüyor. Türk dünyası sessiz, İslam ülkeleri duyarsız, dünya umursamaz. Neden?…

İsmail CİNGÖZ; Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı/M.Sc. – BULTÜRK Ankara Temsilcisi. 1 Ali YURTGEZEN; “Çin İşkencesinin Eğitim ve Uygulama Laboratuvarı: Doğu Türkistan”, Mostar Dergisi, 159. Sayı, Mayıs, 2008.

2 Ahmet Doğan İLBEY; “Doğu Türkistan’a Dair Dokunaklı Bir Yazı-1”, Türkiye Yazarlar Birliği, 19 Eylül 2018, http://www.tyb.org.tr/mobi/dogu-turkistana-dair-dokunakli-bir-yazi-1-35498h.htm

İsmail Cingöz

  • Kaynak: http://www.ticarihayat.com.tr/yazar/DUNYA-NIN-GORMEDIGI-UZAK-DIYAR-DOGU-TURKISTAN/1991
  • Etiketler: Doğu Türkistan’Çin,Uygur,Hun, Tabgaç, Göktürk, Uygur ve Karahanlı Türk devletleri , Cengiz Han ve Çağatay Hanlığı,Kaşgarlı Mahmud’u, Yusuf Has Hâcib’,Abdülkerim Satuk Buğra Han,